ATTİLA İLHAN (1925-2005)

Atilla
İlhan, 1948'de Nazım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere Paris'e gider.
Bu hareketin bizzat içerisinde yer alır. Bu esnada Fransa ile ilgili geniş
bilgi ve izlenim sahibi olur. Sonra Türkiye'ye döner. 1951'de "Gerçek" gazetesinde
çıkan bir yazısı nedeniyle yeniden Paris'e gitmek zorunda kalır. Fransızcasını geliştirir.
Marksist fikirler hakkında bilgi sahibi olur. Türkiye-Fransa üçgeninde gidip
gelen yaşamı sonrasında Türkiye'ye döner. Gazetecilik faaliyetlerine başlar.
Sinema eleştirileri kaleme alır. Böylece ünü, yavaş yavaş yayılır.
Atilla
İlhan, 1957'den sonra İstanbul'da sinema çalışmalarına yönelir. Birçok
senaryoya Ali Kaptanoğlu ismiyle imza atar. 1960'ta tekrar Paris'e gider. Sonra
İzmir'e döner. "Bıçağın Ucu" romanını yayımlar. 1973'te Ankara'ya taşınır. "Yaraya
Tuz Basmak" ve "Sırtlan Payı" romanlarını burada kaleme alır. Sonra İstanbul'a yerleşen
Atilla İlhan, sırasıyla "Milliyet", "Güneş" ve "Meydan" gazetesinde yazılar yazar. 1996'dan
ölümüne dek yazılarına "Cumhuriyet" gazetesinde devam eder.
Atilla
İlhan, 11 Ekim 2005'te İstanbul'da geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda
eder. Cenazesi, Soğukkuyu Mezarlığı'na defnedilir.
Edebi Kişiliği
- Toplumcu-gerçekçi sanatçı kimliğiyle ön plana
çıkan Atilla İlhan, entelektüel çalışmalarıyla Türk edebiyatı ve düşünce
dünyasına önemli katkılarda bulunur.
- "Romantik toplumcu" olarak tanınır.
- Şiire yeni bir ses, coşkulu bir anlatım kendine
ait bir duyarlılık getirir.
- Garip şiir akımı ve İkinci Yeni şiir anlayışının
karşısında yer alır.
- "Cebbaroğlu Mehemmed" isimli şiiri ile bir
yarışmada dereceye girince tanınır.
- "Maviciler" olarak bilinen ulusçu ve gerçekçi
şiir akımını başlatır.
- Eserlerinde hem toplumsal hem de
bireysel konuları kültürel bir zenginlikle işler. Adalet, eşitlik, insan
sevgisi, bağımsızlık, barış, özgürlük, halkçılık, yalnızlık, aşk, ölüm,
umutsuzluk, bunaltı gibi temaları evrensel dile yakın bir üslupla kaleme
alır.
- Kişinin kendi olma isteği teması bireysel temalarda en
çok işlediği konu olur. Günlük hayat akışı içindeki bireyi konu edinir.
- "Serüven Şairi" olarak bilinir.
- Divan ve halk şirine özgü biçim özellikleri ve
imgelerini yeni şiir öğeleriyle yoğurur.
- "Sisler Bulvarı" kitabıyla toplumcu temalardan
ziyade bireysel temalara yönelir.
- Halk ve divan şiirine özgü özellikleri yeni
şiirin unsurlarıyla sentezler.
- Eserlerinde konuşma diline ve argolu söyleme yer
verir.
- Şiirlerinde "İmge"ye çok fazla başvurur.
- Eserlerinde noktalama işaretlerini ve büyük
harfleri kullanmaz.
- Senaryolar kaleme alır.
- Günlük, sıradan kişileri konu alan toplumcu-gerçekçi romanlar kaleme alır. Romanlarında tarihten beslenir.
- "Sokaktaki Adam" ismindeki ilk romanından sonra
tarihsel konulara yönelir.
- "Yaraya Tuz Basmak" romanında Kore Savaşı
yıllarından başlayıp 27 Mayıs devrimine dek süren bir subayın hayatını
konu edinir.
- "Kurtlar Sofrası", "Sırtlan Payı", "Dersaadet'te
Akşam Ezanları"nda Mütareke Dönemi ve Kurtuluş Savaşı yıllarını kaleme
alır.
- "Zenciler Birbirine Benzemez" romanında Avrupa'da
komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan ve hayal kırıklığına
uğrayan bir devrimciyi anlatır.
- "Sırtlan Payı" romanıyla 1974 Yunus Nadi Roman
Armağanı'nı kazanır. "Tutuklunun Günlüğü" şiir kitabıyla da 1974 Türk Dil
Kurumu Şiir Ödülü'nü alır.
Eserleri
Şiir
Sisler Bulvarı
Yağmur Kaçağı
Duvar
Ben Sana Mecburum
Yasak Sevişmek
Bela Çiçeği
Tutkunun Günlüğü
Böyle Bir Sevmek
Elde Var Hüzün
Korkunun Krallığı
Ayrılık Sevdaya Dâhil
Kimi Sevsem Sensin
Roman
Kurtlar Sofrası
Sırtlan Payı
Yaraya Tuz Basmak
O Karanlıkta Biz
Bıçağın Ucu
Dersaadette Sabah Ezanları
Gezi Yazısı
Abbas Yolcu
Batı'nın Deli Gömleği
Senaryo
Yarın Artık Bugündür
Yıldızlar Gece Büyür
Kartallar Yüksek Uçar
Atilla İlhan'ın Şiirlerinden Örnekler
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Atilla İLHAN
AYRILIK SEVDAYA DAHİL
açılmış
sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
Atilla
İLHAN
Ayrıca bakınız
1. Öz (Saf) Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir
2. Serbest Nazım ve Toplumcu Gerçekçi Şiir
3. Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir (Memleketçiler)
4. Birinci Yeni (Garipçiler)
5. Garip Dışında Yeniliği Sürdüren Şairler
6. Maviciler
Attila İlhan (1925-2005)
7. Hisarcılar
8. İkinci Yeni Şiiri
9. 1960 Sonrası (İkinci Yeni Sonrası) Toplumcu Şiir
10. 1980 Sonrası Türk Şiiri
11. Cumhuriyet Döneminde Halk Şiiri
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Anlatmaya Bağlı Metinler (Hikâye-Roman)
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Göstermeye Bağlı Metinler (Tiyatro)
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Öğretici Metinler
Ayrıca bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder