Deneme

Yazarın özgürce seçtiği herhangi bir konu üzerinde kesin sonuçlara gitmeden, kendi görüş ve düşüncelerini kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi serbestçe anlattığı yazılara deneme denir.

"Deneme" kavramı ilk kez 16. yüzyılda Fransız ünlü deneme ustası ve deneme türünün kurucusu Montaigne tarafından kullanılmıştır. Montaigne'nin kitabının ön sözünde yer alan; "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum." sözleri ile "Herkes önüne bakar, ben içime ba­karım: Benim işim yalnız kendimledir. Hep kendimi gözden geçiririm, kendimi yoklarım, kendimi tadarım. Bir şey öğretmem, sadece anlatırım." sözleri denemenin ilkelerini ortaya koymaktadır.

Montaigne'den sonra öne çıkan önemli bir yazar da İngiliz Bacon'dur. Türk edebiyatında Cumhuriyet Dönemi'nde önem kazanır.

 

 Deneme Türünün Özellikleri

  • Deneme, gazete ve dergi yazısıdır.
  • Denemeler, aşk, ölüm, sanat, doğa, dostluk, iyilik, güzellik, yalnızlık, ahlak gibi gibi her konuda yazılabilir. Kısacası yaşam içindeki her şey denemenin konusu olabilir.
  • Denemede yazarın temel amacı bilgi vermek değil kendini anlatmaktır. Denemelerde hâkim olan unsur ise insanın bizzat kendisidir.
  • Düşündürmek, denemenin en önemli özelliği sayılır.
  • Deneme yazarı bir sonuca varmak zorunda değildir.
  • Denemede konudan ziyade anlatım ön plandadır.
  • Denemeler; içten, doğal, samimi bir havada yazılır.
  • Denemede dili doğru, güzel ve etkili kullanmak önemlidir.
  • Denemede öne sürülen düşünceyi kanıtlama amacı yoktur. Yazar, kesin kurallara varmayı amaçlamaz.
  • Üslupta özgünlük başarılı bir deneme için ilk koşuldur. 
  • Deneme, rahat okunan bir düşünce yazısı olarak ön plana çıkar.
  • Deneme yazarı kendi duygu ve düşüncelerinin dışında başkalarının duygu ve düşüncelerine de saygı duyar.
  • Makale gibi düşünsel bir planla yazılan deneme türü makaleye oranla daha kısa yazılardan oluşur.
  • Denemeler, zengin bir kültür birikiminin sonucu ortaya çıkan yazılardır.
  • Denemede, halkın günlük ortak kullandığı dilin düşünce diline dönüştürülmesi esastır.
  • Düşünsel yanı ön plana çıkan denemede konu farklı açılardan farklı yaklaşımlarla izlenir.
  • Denemelerde güncel olaylar yer almadığı için fıkradan ayrılır.
  • Denemeler uzun ömürlü yazılardır.
  • Deneme yazarı, sıradan insanların baktığı şeyi gören onların göremediği ve dikkatinden kaçan ayrıntıları, incelikleri, güzellikleri görebilen, hissedebilen kişidir.
  • Denemeler, öznel yazılardır. Denemede duygu ve düşünceler bilimsel yazılardaki tek düzeyli, resmi anlatımla değil; sanatsal, samimi, renkli, akıcı bir üslupla dile getirilir.
  • Denemede yazar, kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi bir anlatımla yazıları kaleme alır. Nurullah Ataç'ın "Deneme, ben'in ülkesidir. Ben demekten çekinen, her görgüsüne, her görevine ister istemez benliğinden bir parça kattığını kabul etmeyen kişi denemeciliğe özenmesin." sözü bunu özetler niteliktedir. Denemedeki bu özellik onu söyleşi türüne yaklaştırır.
  • Denemede düşünce veya tezlerin doğrulama, kanıtlama gibi bir kaygısı bulunmaz. Deneme, makale ve eleştiriden bu yönüyle ayrılır.
  • Deneme yazarlığı, geniş bir bakış açısı, üstün bir edebiyat ve sanat bilgisi, özgün, akıcı bir anlatımı gerektirir.
  • Konular, yazarın kişisel düşünceleri olup deneme yazarı, bu düşünceleri ispat etmeye ya da kesin bir yargıya bağlamak zorunda değildir.
  • Denemeler oldukça rahat okunabilen düşünce yazılarıdır.

 

Kısacası denemede yazarın kişisel duygu, düşünce, istek ve hayalleri ön plandadır. Her ne kadar yazarın etkilendiği başka şeyler de varsa deneme yazarı daha çok kişisel yaşantılardan yola çıkarak yazılarını kaleme alır.
 

Deneme ile Makale Farkı

 
  • Denemede kişisel düşünceler; makalelerde bilgi vermek amaçtır.
  • Denemede düşüncelerin kanıtlanması yoluna gidilmez. Makalede düşüncenin kanıtlanması şarttır.
  • Denemelerde bir sonuca varmak gibi bir amaç söz konusu değilken makalede kesin bir sonuca varmak hedeflenir.
  • Denemede serbest bir üslup, bir konuşma havası hâkimken; makalede resmi ve ağırbaşlı bir üslup egemendir.
  • Denemede dilin doğru ve güzel kullanımı, sanatsallık ve etkileyicilik ön plandayken makalede söz sanatları, mecazlı söyleyişlerden uzak durulur.

Türk Edebiyatında Deneme
 
Divan edebiyatındaki münşeat mecmualarındaki yazılar, bu türün özelliklerini içerse de deneme türü, Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi'nde Batı'nın etkisiyle girmiştir. 

Tanzimat'la beraber Türk edebiyatında bir süre gazete ve dergilerde "musâhabe" üst başlığı altında deneme türüne benzer yazılar yazılmıştır. Türk edebiyatın­da gazete türüyle beraber ortaya çıkan deneme türü gittikçe önem kazanan bir tür haline gelmiştir.

İlk dönemde Ahmet Haşim'in "Bize Göre", "Gurabhane-i Laklakan"; Cenap Şahabettin'in "Tiryaki Sözleri", "Evrak-ı Eyyam"; Ahmet Rasim'in "Eşkâl-i Zaman", Falih Rıfkı Atay'ın "Eski Saat", "Niçin Kurtulmak", "İnanç", "Pazar Konuşmaları" eserleri ile Yakup Kadri'yi sayabiliriz.

Servetifünun edebiyatıyla güçlenen deneme türü asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Cumhuriyetten sonra gelişen deneme türünde eser veren yazarlar arasında Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Melih Cevdet Anday ve Mehmet Kaplan'ı gösterebiliriz. Özellikle Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu ve Suut Kemal Yetkin belirgin bir şekilde ön plana çıkarlar.

Nurullah Ataç'ın "Karalama Defteri" türünün önemli örneklerini içerir. Ataç, Türk edebiyatının Montaigne'i kabul edilir. Ataç'ın denemelerinde öznelliği, bireyselciliği konuşur gibi yazması Montaigne'i çağrıştırır.

Günümüz edebiyatında deneme türü ile ön plana çıkan kişiler ise Adnan Adıvar, Nurettin Topçu, Vedat Günyol, Cemil Meriç, Salah Birsel, Enis Batur, Nermin Uygur, Mehmet Salihoğlu, Oktay Akbal, Uğur Kökden, Bilge Karasu, Enis Batur, Ferit Edgü, Azra Erhat, Memet Fuat, Küçük İskender gibi sanatçılardır.

Dünya Edebiyatında Deneme

Dünya edebiyatında deneme türünün ilk örnekleri eski Yunan ve Latin edebiyatlarında görülür. Sohbetler (Epiktetos),  Diyaloglar (Eflatun) eserleri deneme türünde ilk önemli örneklerdir.

Günümüz anlamında denemenin kurucusu şüphesiz ki ünlü Fransız denemeci Micheil Montaigne'dir. Montaigne, Rönesansla birlikte oluşan dünya görüşünü temsil eder. Soylular sınıfının yerini burjuvaziye bıraktığı, özgürlük ve kişisellik kavramlarının öne çıktığı bir çağda kendi düşünce dünyasıyla ilgili denemeler kaleme alır. Yalnızlık, dostluk, okumak, eğitim başta olmak üzere birçok konuda eserler kaleme alan Montaigne; denemelerinde yalın, akıcı ve içten bir anlatımı yeğler.

İngiliz yazar Bacon, İspanyol edebiyatında Miguel Dunamuno, Alman edebiyatında R. Maria Rilke gibi sanatçılar da deneme türüyle öne çıkan kişilerdir.  Yine Voltaire, Roussesau, Joseph Addison, Raplh Waldo Emerson, Henry David, Edgar Allan Poe, Ozkhanov Chaowh, James Thurber, Anatole France diğer önemli temsilciler arasında yer alır.

Deneme Türü İle İlgili Örnekler

Örnek 1

KÖRÜ KÖRÜNE İNANMAK

Öyle köylüler biliyorum ki; ayaklarının altını yakmışlar, bir tüfeğin tetiği altında parmaklarının ucunu ezmişler, başlarını cendereye sokup gözlerini kan içinde dışarı fırlatmışlar, yine de ağızlarından söz alamamışlar.

Birini gözümle gördüm. Öldüğünü sanarak bir çukura atmışlardı; boynundaki ip hala duruyordu; bu iple, onu bütün gece bir atın kuyruğuna bağlayıp sürüklemişlerdi. Öldürmek için değil, eziyet etmek için, yüz yerine hançer saplamışlardı. Kendisiyle konuştum; bütün bunlara katlanmış, sonunda da kendini kaybetmiş;  istedikleri sözü söylemektense bin kez ölmeyi göze almış. Çektiği acılar yanında ölüm hiç kalırdı. Hem de bu adam o semtin en zengin çiftçilerinden biriydi. Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğu doğru dürüst bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.

Montaigne 


Örnek 2

YALNIZLIK

Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.

Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O engin denizlerin ötesindeki yerler değil.

Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz.

Ve keder, atımızın terkisine binip gelir.

Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler...

Öldürücü yara bağrımızda kalır.

Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş. Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?

İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek.

Kırdım diyorsun zincirlerini;

Evet, köpek de çeker koparır zincirini,

Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak

Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.

İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,

Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!

Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.

Ne korkular içinde kıvranır insan!

Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,

Öfke, gevşeklik ve tembellik!

Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden.

Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.

İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkânın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün baş başa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.

Montaigne (alıntı)

 

Örnek 3

ÖLÇÜ

İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor; kendiliğinden iyi ve güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu bazen öyle azgın bir tutku oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. Bazıları der ki, iyinin aşırısı olmaz çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil demektir. Kelimelerle oynamak diyeceği gelir insanın buna.

Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır.

Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da. Platon'da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek, başkalarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak bir hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz.

Kallikles, doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek duygularımızı körletir; lüzumsuz bir inceleme ile bizi tabiatın güzel ve rahat yolundan çıkarır.

(Kitap II, bölüm XXX)

Düşüncede saplantı ve azgınlık en açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?

Montaigne


Örnek 4

DOĞRU İLE YALAN

Her doğruyu söylemeye gelmezmiş, birtakım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekmiş... Peki, ama bir doğruyu söylemek, gizlemek, yayılmasını önlemeye çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. Yalanın yalan olduğunu bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır? Bu yalanlar kutsalmış, onlara dokunmaya gelmezmiş... Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir; bunun için "kutsal yalan" sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. Ama duygularını birer düşünce saymaktan çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyor.

Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik (aristocratie) -aristokrat- düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın! Öyledir kişioğlu: kendisi için ille birtakım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi...

Bir kişi olarak ilk ödevimiz, yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. "Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur." diyen kimse, öğrendiği anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: Bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür, büyük görmek için bir yol arar.

Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalan yayıyoruz demektir.

Nurullah Ataç


Örnek 5

SERVETE DAİR

Servete, faziletin yükü, demekten daha iyi bir ad bulamıyorum. Ordu için ağır­lığı ne ise, fazilet için de servet odur. Atılamaz; geride bırakılamaz. Sonra da yü­rüyüşlere engel olur. Hatta bazen ordu, ağırlığa bakayım derken, savaşı kazana­maz. Kazansa bile pahalıya mal olur. Bütün bir servetin, gerçek, hiç bir faydası yoktur. Belki etrafa dağıtmak için olur; o kadar. Ondan ötesi hayâl… Bakın Süley­man ne diyor; "Malın çok olduğu yerde yiyiciler de çok olur. Mal sahibine seyir­den başka ne düşer?"

Kurumlanmak için servet peşine düşmeyin. Hakkıyla kazanın; ölçü ile sarf edin. İçiniz yanmadan dağıtın; gönül rızası ile de bırakın, ama bir filozof, bir papaz gibi de parayı hor görmeyin.

Zengin olmanın birçok yolları vardır; hemen hepsi de kötüdür. En iyilerinden biri tutumlu olmaktır; ama bu da kusursuz değildir. Çünkü insanı cömert olmak­tan, hayır işlemekten alıkor. Toprağı işlemek en tabii zengin olma yoludur. O za­man servet toprağın, o büyük anamızın bir nimeti olur. Ama bu iş ağır ilerler. Yi­ne de zengin olanlar, çifte çubuğa sarılmayı küçük bulmazlarsa servetleri hadsiz hesapsız artar.

Küçük sanatlarla, meslek erbabının kazançları haklarıdır. Bu türlü kazanç iki şeyle artar: Gayret göstermek, temiz ve doğru iş görür sanım kazanmak.

Tefecilik, kazanç yollarının en eminidir; ama en kötülerinden de biridir. Çün­kü böylelikle insan, ekmeğini başkasının alın teri ile kazanmış olur. Üstelik gü­nah işler,

Hep, kazanç muhakkak olan işler bekleyen insanın çok zengin olduğu nadir­dir. Bütün malım birden tehlikeye sokan kimse de çokçası iflâs eder, yoksullaşır.

Serveti hor görenlere sakın inanmayın. Hor görürler, çünkü artık ele geçire­ceklerini ummazlar. Ele geçirince de böyleleri, zenginlerin en kötüsü olurlar. Me­teliği arayacak kadar cimri olmayın, servetin kanatları vardır, bazen kendiliğinden uçar gider… Bazen da, belki daha fazlasını getirir ümidiyle sizin uçmanız ge­rekir.

Francis Bacon, Denemeler, Çev. Saffet Korkut

Ayrıca bakınız


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder