Kaale almamak: Sözünü etmeyecek kadar değersiz, önemsiz olmak.
Kabak başına patlamak: Birden fazla kişinin ilgilendiği, içinde olduğu bir olayın bütün olumsuzluğunun birini bulması, sonucuna birinin katlanmak zorunda kalması.
Kabak başına patlamak: Birden fazla kişinin ilgilendiği, içinde olduğu bir olayın bütün olumsuzluğunun birini bulması, sonucuna birinin katlanmak zorunda kalması.
Kabak
çiçeği gibi açılmak: Utangaçlıktan
çabucak sıyrılarak sınırı aşmak.
Kabak
tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak.
Kabına
sığmamak: Duyduğu
sevinç ve heyecan nedeniyle taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir
azabı çekmek: Eziyet,
cefa çekmek. Katlanılamayacak zor bir durumla karşılaşmak.
Kabuğuna
çekilmek: Çevresiyle
ilişkisini kesmek, hiç kimseyle görüşmemek.
Kaçacak
delik aramak: Korkudan
saklanacak, gizlenecek yer aramak.
Kaderin
sillesini yemek: Büyük
hüsrana uğramak.
Kadrini
bilmek: Kıymetini
bilmek.
Kafa
cilalamak: Kafayı
çekmek.
Kafa
dengi: Uyum
içinde arkadaşlık yapan kimseler.
Kafa
dinlemek: Beynen
yorucu şeylerden uzak kalmak.
Kafa
patlatmak: Bir
iş üzerinde pek çok düşünmek.
Kafa
şişirmek: Gürültü
veya gevezelikle rahatsız etmek.
Kafa
tutmak: Karşı
gelmek, karşı çıkmak.
Kafa
ütülemek: Boş
laflarla birini bunaltmak.
Kafa
yormak: Bir
konuyu ayrıntılarıyla düşünmek.
Kafadan
atmak: Herhangi
bir konuda bir inceleme yapmadan, rastgele konuşmak.
Kafadan
kontak: Aklı kıt,
düşüncesiz, saçma sapan işler yapan, deli.
Kafası
almamak: Zihin
yorgunluğundan bir şeyi anlayamaz hale gelmek.
Kafası
atmak: Çok
Öfkelenmek.
Kafası
işlemek: Kavrayışı
üst düzeyde olan kimse. Bir şeyi hemen kavrayabilen.
Kafası
kazan gibi olmak: Beyni,
zihni yorulmuş olmak. Gürültü ve karışıklığın kişinin beynini yorması, bir şeyleri düşünemez duruma sokması.
Kafası
kızmak: Çok fazla
öfkelenip sinirlenmek.
Kafası
yerinde olmamak: Bir şeye
odaklanamamak, kafasını bir şeyin üzerinde yoğunlaştıramamak.
Kafasına
dank etmek: Bir
olaydan dolayı gerçeği, doğruyu anlamak.
Kafasına
koymak: Bir
şeyi yapmaya kararlı olmak.
Kafasına
vura vura: Zorla,
itekleyerek.
Kafayı
bulmak: Sarhoş
olmak.
Kafayı
çekmek: İçki
içmek.
Kafayı
takmak: Birisiyle sürekli uğraşmak, birine zarar vermeye çalışmak.
Kafayı
tütsülemek: Sarhoş
olmak.
Kafayı
üşütmek: Akli
dengesini kaybetmek.
Kafayı
vurmak: Uyumak.
Kafese
girmek: Aldatılıp
kendisinden çıkar sağlamak.
Kafese
koymak: Birini
tuzağa düşürüp ona çıkar, menfaat sağlamak.
Kâğıda
dökmek: Yazıya
geçirmek.
Kâğıt
üzerinde kalmak: Uygulamaya
konulmamak.
Kahır
çekmek: Sıkıntıya
katlanmak.
Kahkaha
atmak: Yüksek
sesle gülmek.
Kahkahadan
kırılmak: Çok
gülmek.
Kahkahayı
basmak: Kendini
tutamayıp oldukça sesli gülmek.
Kahve
dövücünün hınk deyicisi: Bir kimsenin yaptığı bir işi sözüyle destekleyen kişi.
Kalayı
basmak: Adam akıllı
küfür etmek.
Kalbine
girmek: Sevgisini
kazanmak.
Kalbini
açmak: Duygu
ve düşüncelerini birilerine söylemek.
Kalbini
kazanmak: Güzel
söyleyişlerle sevgisini kazanmak.
Kalbini kırmak: Birini incitmek, gücendirmek, çok fazla üzmek.
Kalbini kırmak: Birini incitmek, gücendirmek, çok fazla üzmek.
Kalbur üstü: Benzerleri arasında seçkin, üstün olan şey.
Kalburla su taşımak: Verimi olmayacak, boş olan bir işle uğraşmak.
Kaldırım mühendisi: Bir iş yapmayan, vaktini sokaklarda dolaşarak geçiren kimse, işsiz.
Kaldırım mühendisi: Bir iş yapmayan, vaktini sokaklarda dolaşarak geçiren kimse, işsiz.
Kalem
oynatmak: Yazı
yazmak.
Kaleyi içeriden fethetmek: Kendisinin karşısında yer alan gruptan birinin yardımını alarak başarı kazanmak. İçeriden alınan bilgilerle orayı içten çökertmek.
Kalıbını
basmak: Bir
şeyin doğruluğundan emin olmak.
Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden farklı olmak, bekleneni ortaya koyamamak.
Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden farklı olmak, bekleneni ortaya koyamamak.
Kalın
kafalı: Bir
şeyi anlamakta zorluk çeken kimse.
Kalıptan kalıba girmek: Menfaati için farklı kimliklere bürünmek. Çıkarı için her şey yapabilen kimse.
Kalp kazanmak: Hoşa giden, güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini üzerine çekmek.
Kalp kazanmak: Hoşa giden, güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini üzerine çekmek.
Kalp
kırmak: Davranışla,
sözle birini üzmek.
Kambersiz
düğün olmaz: Bir işte,
eğlencede o işin asıl uzmanları olmadan işin aslı gerçekleşmez.
Kambur
üstüne kambur: Bütün
aksiliklerin üst üste gelmesi. Sıkıntının üstüne sıkıntı, yenilginin üstüne
yenilgi, borcun üstüne borç gelmesi gibi.
Kan
ağlamak: Çok büyük
bir üzüntü, sıkıntı içerisinde olmak.
Kan
beynine çıkmak: Çok
öfkelenmek, sinirlenmek.
Kan
çıkmak: Kan
dökülmek, cinayet işlenmek.
Kan
dökmek: Birini
öldürmeye neden olmak. Onu yaralayıp öylece öldürmek.
Kan
gövdeyi götürmek: Çok kan dökülmek.
Kan
gütmek: Kan
akıtarak birinden öç almaya çalışmak.
Kan
kusmak: Çok
eziyet, sıkıntı çekmek.
Kan
kusturmak: Birilerine
çok büyük bir sıkıntı yaşatmak. Ona eziyet etmekte bir sınır tanımamak.
Kan
kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Fazlaca zahmet çekmesine rağmen
tam tersi görünmeye çalışmak.
Kan ter
içinde kalmak: Çok fazla
yorulmak, perişan olmak.
Kan
tutmak: Birinin
bir kişiyi öldürmesinden dolayı geçirdiği şokun da etkisiyle olduğu yerde
yığılıp kalması, kaçamaması.
Kana
susamak: Birini
öldürmeyi kafasına koymak, o hırsı taşımak.
Kanadı altına almak: Birilerini korumak, ona sahiplik yapmak, onu himayesine almak.
Kanat germek: Birilerini gözetim altına almak, korumak.
Kanadı altına almak: Birilerini korumak, ona sahiplik yapmak, onu himayesine almak.
Kanat germek: Birilerini gözetim altına almak, korumak.
Kancayı
takmak: Birinin
kötülüğü, zararı için çaba göstermek. Birisine karşı sürekli kötü niyetli
olmak.
Kandilli temenna: Kişinin elini yere kadar uzatarak yaptığı selamlaşma şekli.
Kanı ağır:
Söz ve
davranışları hoş olmayan, kişilere hoşnutsuzluk, sıkıntı oluşturan kimse.
Kanı
bozuk: Soyu,
sülalesi belli olmayan. Kötü işler yapan.
Kanı
ısınmak: Birine
yakınlık duymak.
Kanı
kaynamak: Birine
yakın ilgi ve sevgi beslemek.
Kanı
pahasına: Hayatını
tehlikeye atacak kadar.
Kanı
sıcak: Sıcakkanlı,
sevimli, cana yakın, sempatik kimse.
Kanına
girmek: Birilerini
öldürmek veya ölümüne neden olmak.
Kanına
susamak: Kişinin
kendi ölümünü kendisinin hazırlamasına neden olan bir davranışta bulunması.
Kanını
emmek: İnsafsızca
birinin bütün varlığını elinden almak veya onu ondan yoksun bırakmak.
Kanıyla
ödemek: Bir şeyin
cezasını hayatıyla ödemek. Onun için canından olmak, ölmek.
Kanlı bıçaklı
olmak: Bazı
kişilerin bir nedenden birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşmanlık
beslemeleri, düşmanlıklarının bu seviyeye ulaşması.
Kantarın topunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp davranışlarında aşırıya kaçmak.
Kantarın topunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp davranışlarında aşırıya kaçmak.
Kapağı
atmak: Sıkıntılı,
zor bir durumdan kurtularak huzur ve refaha kavuşmak.
Kapalı
kutu: Kendini
pek belli etmeyen kimse. İçindekileri kimsenin sezmediği, bunun belirtilerini
göstermediği kişi.
Kapı
dışarı etmek: Birini
kovmak, onu dışarı atmak.
Kapı kapı
dolaşmak: Her
tarafa gitmek, bir iş için bütün odalara uğramak.
Kapı
komşu: Kişinin
her şeyini alıp paylaştığı en yakın komşusu. Kapıları birbirine bakan komşular.
Kapı
yoldaşı: Bir yerde
aynı işi yapan kişilerden her biri.
Kapının önüne koymak: Kovmak.
Kapının önüne koymak: Kovmak.
Kapısında
büyümek: Birinin
yanında, evinde, ocağında eğitim almak, orada kendini yetiştirmiş olmak.
Kapısını
aşındırmak: Birinin
yanına istediğini elde edinceye kadar bir iş için çok sık gidip gelmek.
Kapıyı
açmak: Bir işe
öncü olmak. O işi ilk yapan kimsenin diğer kişilere rehberlik, önderlik etmesi.
Kapıyı
göstermek: Birini
kovmak, onun gitmesini istemek.
Kara
borsaya düşmek: Bir
malın bulunmaz olmasından dolayı değerinin yükselmesi.
Kara
cahil: Bilgisiz,
ahmak kimse.
Kara cümlesi bozuk: Okuması yazması olmayan, derdini iyi anlatamayan.
Kara cümlesi bozuk: Okuması yazması olmayan, derdini iyi anlatamayan.
Kara çalı:
İki
dostun arasına girerek onların arasını bozan.
Kara
çalmak: Birini
haksız yere suçlamak, ona leke sürmek, iftirada bulunmak.
Kara gün:
Sıkıntının,
yasın, ölümün olduğu gün. Kötü haber duyulan gün.
Kara
gün dostu: Yakınlığını
zor günlerde hissettiren kimse.
Kara
haber: Bir
felaket içeren, kişileri üzüntüye sevk eden haber.
Kara
kuru: Esmer
ve zayıf kişi.
Kara liste: Kişiye zararı dokunacak, bir suç sıkıntı oluşturan kişilerin yer aldığı liste.
Kara sevdaya düşmek: Bir kimseye ümitsiz yere fakat büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Kara sevdaya düşmek: Bir kimseye ümitsiz yere fakat büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Karadeniz'de gemilerin mi battı: Öyle derin derin düşünecek bir şey yok anlamında.
Karalar bağlamak: Büyük acılar yaşamak, yası olmak.
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu: Bir şeyin, işin sadece dış görünüşü bazen yanıltıcı olabilir. O kişi ya da işin altından nelerin çıkabileceğini kestirmek zordur.
Karar kılmak: Tercihini bir şeyden yana kullanmak, bir şeyi seçmek için son sözünü söylemek veya o düşünceye sahip olmak.
Karalar bağlamak: Büyük acılar yaşamak, yası olmak.
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu: Bir şeyin, işin sadece dış görünüşü bazen yanıltıcı olabilir. O kişi ya da işin altından nelerin çıkabileceğini kestirmek zordur.
Karar kılmak: Tercihini bir şeyden yana kullanmak, bir şeyi seçmek için son sözünü söylemek veya o düşünceye sahip olmak.
Karaya
oturmak: Geminin
denizin sığ yerine saplanıp kalması.
Karda
gezip izini belli etmemek: Bir şeyi kimsenin anlayamayacağı bir ustalıkla yapmak.
Kardeş payı yapmak: Bir şeyi birden fazla kimsenin kendi aralarında eşit olarak paylaşmaları.
Karga tulumba etmek: Birden fazla kimsenin bir kişiyi kollarından tutarak havaya kaldırmaları.
Kargacık burgacık: Okunması, sökülmesi oldukça zor olan eğri büğrü yazılmış yazı.
Kardeş payı yapmak: Bir şeyi birden fazla kimsenin kendi aralarında eşit olarak paylaşmaları.
Karga tulumba etmek: Birden fazla kimsenin bir kişiyi kollarından tutarak havaya kaldırmaları.
Kargacık burgacık: Okunması, sökülmesi oldukça zor olan eğri büğrü yazılmış yazı.
Karınca duası gibi: Oldukça küçük, okunaksız olan ve birbirine girmiş olan yazı.
Karınca
kararınca: Elinden
geldiği kadarıyla.
Karınca yuvası gibi kaynamak: Gereğinden fazla kalabalık ve hareketli yer.
Karınca yuvası gibi kaynamak: Gereğinden fazla kalabalık ve hareketli yer.
Karıncayı
bile ezmemek: Çok
merhametli olmak.
Karman
çorman: Karmakarışık.
Karnı geniş: Bir şeyleri kafasına takmayan, gamsız, kedersiz, umursamaz kimse.
Karnı tok, sırtı pek: Hali vakti iyi olan kimse.
Karnı zil çalmak: Çok acıkmak.
Karnım tok: Bu sözleri çok işittim, artık bunlarla beni kandıramazsın anlamında.
Karnı geniş: Bir şeyleri kafasına takmayan, gamsız, kedersiz, umursamaz kimse.
Karnı tok, sırtı pek: Hali vakti iyi olan kimse.
Karnım tok: Bu sözleri çok işittim, artık bunlarla beni kandıramazsın anlamında.
Karnından
konuşmak: Çok
kısık sesle söylemek.
Karşı
çıkmak: Ortaya
atılan düşüncenin tersini savunmak veya o düşüncenin yanlışlığını dile
getirmek.
Karşı
durmak: Güçlü
olan bir şeye direnç göstermek, ona boyun eğmemek.
Karşı
koymak: Boyun
eğmemek, mücadele etmek, direnmek.
Kasıp
kavurmak: Acımasızlığıyla
çevresindeki kişilerde korku uyandırmak.
Kasvet
basmak: Bunalmak,
sıkılmak.
Kaş göz
etmek: Meramını,
söylemek istediklerini kaş ve göz hareketleriyle anlatmaya çalışmak.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Bir şeyi düzeltme uğraşı içindeyken onu tamamen bozmak, ona daha büyük bir zarar vermek.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Bir şeyi düzeltme uğraşı içindeyken onu tamamen bozmak, ona daha büyük bir zarar vermek.
Kaşıkla
yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra bu iyiliğini gölgede
bırakacak bir kötülük yapmak.
Kaşla göz arasında: Bir anda, çok zaman geçmeden, hemen.
Kaşlarını çatmak. Öfkeli ve kızgın olmak.
Katı yürekli: Merhametsiz, acımasız kimse.
Kaşla göz arasında: Bir anda, çok zaman geçmeden, hemen.
Kaşlarını çatmak. Öfkeli ve kızgın olmak.
Katı yürekli: Merhametsiz, acımasız kimse.
Katır
inadı: Aşırı
inat, vazgeçilemeyen inat.
Kavgaya
tutuşmak: Kavga
etmeye başlamak.
Kayıplara karışmak: Kaybolmak, görünmez olmak.
Kayıtsız
kalmak: İlgisiz
kalmak, önem vermemek, umurunda dahi olmamak.
Kaymak
tabakası: Bir
toplumun seçkin ve zenginleri.
Kaz kafalı: Anlayışı kıt kişi.
Kazan
kaldırmak: Yönetime
topluca karşı çıkmak.
Kazık
atmak: Birini
aldatmak.
Kazın
ayağı öyle değil: Gerçek olan bilinen,
düşünülen gibi değil de tersi anlamında.
Keçi
inadı: Vazgeçirilemeyen
inat.
Keçileri
kaçırmak: Delirmek.
Kedi
ciğere bakar gibi bakmak: Büyük bir iştahla bir şeyi ele geçirmeye çalışmak.
Kedi gibi
dört ayak üstüne düşmek: En zor, sıkıntılı, tehlikeli durumlarda dahi zarar görmemek.
Kedi
köpek gibi: Birbirleriyle
sürekli kavga eden geçimsiz kimseler.
Kefeni
yırtmak: Çok ağır,
tehlikeli bir hastalık veya durumu atlatmak.
Kel
başa şimşir tarak: Maddi
durumu yetersiz olan birinin pahalı şeyler satın alması.
Kel
kâhya: Bir işte bilgisi olsun veya olmasın her şeye burnunu sokan, her şeyi karıştıran kimse.
Keli
görünmek: Kusuru, suçu
ortaya çıkmak.
Kelle
götürür gibi: Çok
gereksiz olan bir acelecilik ile.
Kelle
koltukta: Ölümü
göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kellesini
istemek: Birinin
öldürülmesini istemek.
Kellesini
ortaya koymak: Bir
konuda ölümü bile göze almak.
Kellesini
uçurmak: Kafasını
kesmek.
Kelleyi
koltuğa almak: Ölümü
göze almak.
Kelli
felli: Kılığı
kıyafeti düzgün, gösterişli kimse.
Kem göz: Kötü göz, nazar değdirdiğine inanılan göz.
Kem gözle bakmak: Kötü niyetle bakmak.
Kem küm etmek: Bir soru karşısında anlamsız sözler söylemek.
Kem göz: Kötü göz, nazar değdirdiğine inanılan göz.
Kem gözle bakmak: Kötü niyetle bakmak.
Kem küm etmek: Bir soru karşısında anlamsız sözler söylemek.
Kemerini
sıkmak: Tutumlu
yaşamaya katlanmak.
Kemik
atmak: Birini
susturmak amacıyla ona küçük bir şey vermek.
Kemik yalayıcı: Çıkarcı kimse.
Kemik yalayıcı: Çıkarcı kimse.
Kemikleri
sızlamak: Rahatsız
olmak (ölüler için).
Kendi
göbeğini kendi kesmek: Kişinin kendi işini kendisi yapması.
Kendi
hâlinde: Hiçbir
şeye karışmayan, sakin ve sessiz kimse.
Kendi
kendine gelin güvey olmak: Başkasıyla birlikte yapılması kararlaştırılan bir işi
kendisi tasarlayıp yapıyormuş izlenimi vermek.
Kendi
kendini yemek: İstediği gerçekleşmedi diye kaygı
duymak, üzülmek.
Kendi
yağıyla kavrulmak: Kimseden
yardım almadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen.
Kendinden
geçmek: Kişinin
bilincinin işlemez olması, bayılması. Kişiyi mutlu eden bir olay karşısında
duygulanmak, coşmak.
Kendinden
pay biçmek: Olan
bir şeyin, biraz da kendisinden kaynaklandığını düşünmek, o kanıya varmak.
Kendine
gelmek: Güç ve
kuvvetini toplayarak bozuk olan durumu düzeltmek.
Kendine
yedirememek:
Yapılanları onur kırıcı bularak bir türlü kabullenememek. Bunu kişiliğini
zedelediğini varsayarak buna tepki göstermek.
Kendine
yontmak: Hiç kimseyi düşünmeden bütün fırsatlardan kendi çıkarını sağlamak için hareket etmek.
Kendini
ağır satmak: Bir işi
yapmayı ancak birkaç ısrardan sonra yapmak, bu işi yapmayı kabul etmek.
Kendini
alamamak: Bir şeyi
yapmamayı düşündüğü halde bir türlü kendini tutamamak.
Kendini
ateşe atmak: Tehlikeli
ve sıkıntılı bir işe bilerek girişmek.
Kendini
bulmak: Kişinin
bir kişilik kazanıp bir olgunluğa erişmesi.
Kendini
dev aynasında görmek: Birinin
çok büyük bir adam olduğunu düşünmesi.
Kendini
ele vermek: Davranış
veya sözle suçlu olduğunu göstermek.
Kendini
göstermek: Kendi
kabiliyet, yetenek ve niteliklerini ortaya çıkaracak şeyler yapmak.
Kendini
kaptırmak: Bir şeye
çok fazla odaklanmak, bütün dikkatini o şeye yoğunlaştırmak.
Kendini kaybetmek: Şiddetli öfke ve kızgınlık anında ne yapacağını şaşırmak, tanınmayacak duruma gelmek.
Kendini kaybetmek: Şiddetli öfke ve kızgınlık anında ne yapacağını şaşırmak, tanınmayacak duruma gelmek.
Kendini
paralamak: Bir
işi zamanında yapmak için gereğinden fazla çaba harcamak.
Kendini
toplamak: Düzgün
olmayan durumunu düzeltmek, yola koymak.
Kendini
tutamamak: Kişinin
bir durum karşısında sakin olamaması, mutlaka bir şey yapma gereği hissetmesi.
Kişinin kendi kendine hâkim, malik olamaması.
Kendini
vermek: Bütün
gücüyle bir şeye yoğunlaşmak, bütün dikkatini bir şeye vermek, onu çözmeye
çalışmak.
Kene gibi yapışmak: Bir türlü yakasını bırakmamak.
Kene gibi yapışmak: Bir türlü yakasını bırakmamak.
Kesenin
ağzını açmak: Para
harcamaya başlamak.
Keyfi
kaçmak: Neşesini
kaybetmek.
Keyfini
çıkarmak: Bir
şeyden, bir şeyi yapmaktan çok fazla zevk almak.
Keyfinin
kâhyası: Birisinin
istediği gibi yaşamasına engel olmamak.
Keyif
çatmak: Hoşça
ve eğlenceli vakit geçirmek.
Keyif ehli: Oldukça rahat, zevkine düşkün kimse.
Keyif
sürmek: Rahat
yaşamak.
Kıl payı: Çok çok az bir fark ile.
Kıl payı: Çok çok az bir fark ile.
Kılıfına
uydurmak: Uydurma
bir gerekçe bulmak.
Kılıktan
kılığa girmek: Sık
sık düşünce değiştirmek.
Kılına
dokunmamak: Bir
kimseye zarar verecek davranışlarda bulunmamak.
Kılını
bile kıpırdatmamak: Bir durum
karşısında hiçbir tepki vermemek, ilgisiz ve hareketsiz kalmak.
Kıran
girmek: Her zaman
çok olan bir şeyin bir anda bulunmaz bir şey olması.
Kırıp
geçirmek: Sözle veya davranışla kişileri çokça güldürmek.
Kırk
dereden su getirmek: Birilerini
kandırmak amacıyla farklı ve değişik nedenler öne sürmek. Sürekli olarak onu ikna
etmeye çalışmak.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birinin birden fazla işle meşgul olması, gizli ilişkileri olması, birden fazla kimseyle ilişki içinde olması.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birinin birden fazla işle meşgul olması, gizli ilişkileri olması, birden fazla kimseyle ilişki içinde olması.
Kırklara
karışmak: Ortalıkta
görünmez olmak, kaybolmak.
Kıs
kıs gülmek: Alay
edercesine sessizce gülmek.
Kıskıvrak
yakalamak: Sımsıkı
tutmak.
Kısmeti
açılmak: Kazancının
gittikçe artması, çoğalması.
Kısmetini
ayağıyla tepmek: Ayağına
kadar gelen bir şeyin değerini bilmeyerek onu reddetmek, istememek.
Kıssadan
hisse almak: Bir
olaydan, anlatılan bir şeyden kendine ders çıkarmak.
Kıt kanaat geçinmek: Ancak kendisine yetecek kadar para kazanmak, zar zor hayatını devam ettirebilmek.
Kıt kanaat geçinmek: Ancak kendisine yetecek kadar para kazanmak, zar zor hayatını devam ettirebilmek.
Kıtır
kıtır kesmek: Birini
hiç acımadan
öldürmek.
Kıvamına gelmek: Bir şey için en uygun zaman ve şartların oluşması, o şeyin tam da yapılma zamanı.
Kıvamına gelmek: Bir şey için en uygun zaman ve şartların oluşması, o şeyin tam da yapılma zamanı.
Kıyameti
koparmak: Bir
şeye çok kızıp bağırıp çağırmak.
Kıymeti
harbiyesi yok: Hiçbir
değeri yok.
Kız kurusu: Evlenmemiş, ihtiyar kız.
Kız kurusu: Evlenmemiş, ihtiyar kız.
Kızağa
çekmek: Birini etkin görevinden alıp pasifize etmek.
Kızarıp
bozarmak: Bazı
sebeplerden kişinin bir utangaçlık içerisine girmesi, yüzünün renginin
değişmesi.
Kızılca
kıyamet kopmak: Büyük
kavga çıkmak.
Kibarlık
budalası: Kibar
olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulunmaya çalışan ve gülünç duruma
düşen kişi.
Kilit
noktası: Bir şeyin
çözümünü esas alan ana unsur. O işin en önemli noktası, olmazsa olmazı.
Kilometre
taşı: Üzerinde önemle
durulması gereken husus.
Kim
vurduya gitmek: Kim
tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kimseye eyvallah etmemek: Hiç kimsenin minneti altına girmemek. Kimseden iyilik ve yardım beklememek.
Kimseye eyvallah etmemek: Hiç kimsenin minneti altına girmemek. Kimseden iyilik ve yardım beklememek.
Kin
tutmak: Birine
karşı düşmanca duygular beslemek.
Kirişi
kırmak: Bir
yerden çeşitli sebeplerle kaçıp gitmek.
Kirli
çamaşırları ortaya dökmek: Bir kimsenin ayıplarını herkese anlatmak.
Kitaba
el basmak: Yemin
etmek.
Kitabına
uydurmak: Yasal olmayan bir şeyi bir şeyler yaparak yasalmış
gibi göstermeye çalışmak.
Kocaya
varmak: Evlenmek.
Kodese
tıkmak: Birini
hapishaneye sokmak.
Kof
çıkmak: Bir şeyin aslında işe yaramadığı, boş ve değersiz
olduğu, gerçeğinden epeyce faklı olduğunun anlaşılması.
Kokusu
çıkmak: Yasal olmayan bir şeyin gizli yapıldığı
halde sonraki zamanlarda gizliliğinin ihlal edilmesiyle herkesçe bilinir
olması.
Kol kanat germek: Birini korumak, ona yardımcı olmak.
Kolaçan
etmek: Olup
bitenleri anlamak için çevreyi dolaşmak.
Koltuk
değneğiyle: Başkasının
yardımıyla.
Koltukları
kabarmak: Kendisine ya da onlara yakın olan kişilere yapılan
övgüden kibirlenmek, böbürlenmek.
Kolu
kanadı kırılmak: İş yapamaz bir duruma gelmek, çaresiz kalmak, bir işi
yapamamak.
Komaya
girmek: Hayati
belirtilerini büyük ölçüde yitirmek.
Korktuğu
başına gelmek: Kişinin endişelendiği, istemediği, büyük kaygı
duyduğu bir şeyi yaşaması.
Koynunda
yılan beslemek: İyilik
yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun
gibi: Başkalarının
himayesinde olan kişi, kendi kararlarını kendisi veremeyen. Sürekli başkaları tarafından yönlendirilen.
Koyun
kaval dinler gibi: Bir şeyi anlamadan, söylenilenin ne olduğunu
bilmeden, öylesine dinlemek.
Kozunu
paylaşmak: Arada var olan anlaşmazlığı çözmek için kişinin bir
rol üstlenmesi, zora başvurarak işi halletmeye çalışması.
Kök
salmak: Bir yere iyice tutunmak, sağlam bir şekilde oraya
yerleşmek.
Kök
söktürmek: Birilerine çok büyük engeller ve güçlükler çıkarmak.
Köküne
kibrit suyu dökmek: Bir şeyi bir daha asla ortaya çıkmayacak bir şekilde yok
etmek, ortadan kaldırmak.
Kökünü kazımak: Varlığına son vermek.
Kökünü kazımak: Varlığına son vermek.
Köprüleri
atmak: Birileriyle ilişkileri bir daha kurulamayacak
şekilde bozmak. Kesin bir şekilde o kişiyle olan ilişkileri bitirmek.
Kör
değneğini beller gibi: Değişiklik düşünmeden sürekli aynı şekilde
davrananları kast etmek için kullanılır.
Kör
dövüşü: Düzensizlik. Kimin ne yaptığının tam olarak belli
olmaması, sonuç alınamayacak bir çaba, uğraş içerisinde olması.
Kör kadı:
Sözünü kişinin yüzüne söyleyen, herkesi eşit tutan
kimse.
Körler
mahallesinde ayna satmak: Bir şeyi ihtiyaç olmayan bir yere götürmek.
Körü
körüne: Saf
saf, iyice düşünüp taşınmadan.
Kös
dinlemek: Konuşulanları
dinler görünüp dinlememek.
Köstek
olmak: Bir şeye engel olmak. O şeyin olmaması için engel
oluşturan.
Köstek
vurmak: Engellemek.
Köşe
bucak: En kuytu, görünmeyen, göze çarpmayan yer.
Köşeyi
dönmek: Emeksiz,
zahmetsiz zengin olmak.
Kötüye
kullanmak: Verilen bir yetkiyi yanlış yolda kullanmak,
istenilmeyen, yasal olmayan bir şey yapmak.
Kraldan
çok kralcı olmak: Bir
kimsenin davasını ondan bile fazla savunmak.
Kucak
açmak: İhtiyaç sahibi birine yuvasını açmak, ona yardımcı
olmak, onu korumak.
Kukla
gibi oynatmak: Kişiye
her istediğini yaptırmak.
Kul hakkı: İslam dinine göre kişilerin birbirleri üzerindeki hakları.
Kul köle olmak: Tam bir bağlanma, teslimiyet içerisinde olmak. Her fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kul hakkı: İslam dinine göre kişilerin birbirleri üzerindeki hakları.
Kul köle olmak: Tam bir bağlanma, teslimiyet içerisinde olmak. Her fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kulağı
delik: Çevrede
olup bitenlerden hemen haberdar olan kimse.
Kulağı
kirişte olmak: Bir yerlerden gelecek haberleri işitmek için dikkatli durmak.
Kulağı
tetikte: Söylenecek
sözü, gelecek haberi bekler durumda olmak.
Kulağına
kar suyu kaçmak: Huzursuzluk
oluşturan, tedirgin edici bir haber duymak.
Kulağına
küpe olmak: Uğradığı
olumsuz bir durumdan hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını
açmak: Söylenilenleri
çok dikkatli dinlemek.
Kulağını
bükmek: Birilerini söz
ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarmak.
Kulağını
çekmek: Birini cezalandırmak için kulağını büküp çekmek, bu
şekilde kişiyi uyarmak.
Kulağını
çınlatmak: Birinden herhangi bir açıdan bahsetmek, onu anmak.
Kulak
asmamak: Bir
şeyi dinlememek, bir şeye önem vermemek.
Kulak
dolgunluğu: Başkasından duyma ile elde edilen, doğruluğu teyit
edilemeyen bilgi.
Kulak
kabartmak: Belli
etmeden, gizlice söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak
kesilmek: Büyük
bir dikkatle bir şeyi dinlemeye çalışmak.
Kulak
misafiri olmak: Kendisine çok yakın yerde konuşulan şeyleri isteyerek ya da istemeyerek dinlemek.
Kulaktan
dolma: Sağda
solda, ortalıkta işiterek edinilen bilgi.
Kulaktan
kulağa: Birinden
bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulp
bulmak: Birinin
kusurlu bir tarafını bulup göstermek.
Kulp
takmak: Birinde
kusur, bahane bulmak, onda olmayan bir şeyi ona isnat etmek.
Kum
gibi: Çok
fazla.
Kumkumav gibi: Tek başına, yapayalnız.
Kumpas
kurmak: Birini
tuzağa düşürebilmek için gizli bir planlama içinde olmak.
Kundak
sokmak: Birilerinin arasını bozacak söz ya da davranışta
bulunmak.
Kurbanlık
koyun gibi: Başına
geleceklerden haberi olmamak.
Kurşun yemek: Mermi ile yaralanmak.
Kurşun yemek: Mermi ile yaralanmak.
Kurşuna
dizmek: Birini kurşunlarla öldürmek, kişinin hayatına son
vermek.
Kurt masalı okumak: İnandırıcı olmaktan bahaneler, özürler ileri sürmek.
Kurt masalı okumak: İnandırıcı olmaktan bahaneler, özürler ileri sürmek.
Kurtlarını
dökmek: İçinden geçen bir şeyi bol bol yaparak mutlu olmak,
heveslenmek.
Kuru
iftira: Asılsız
iftira, birine yapmadığı bir suç, kötülük isnat etmek.
Kuru
kalabalık: Hiçbir
işe yaramayan belli bir maç doğrultusunda bir araya gelmeyen insan topluluğu.
Kuru
kuruya: Boşu
boşuna.
Kuru
sıkı: Birini korkutmak amacıyla söylenen yapmacık sözler.
Kuş
beyinli: Akılsız
kimse.
Kuş
gibi: Gereğinden fazla hafif
olan.
Kuş kadar
canı olmak: Oldukça cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda
sahip olmak.
Kuş
sütüyle beslemek: Çok değerli, pahalı olan ve az bulunan besinler tüketmek, bunları
yiyip içmek.
Kuş
uçmaz, kervan geçmez: Issız,
tenha yer.
Kuş
uçurmamak: Çok
sıkı güvenlik önlemleri almak.
Kuşa çevirmek: Bir şeyi düzelteceği yerde onu daha da bozmak.
Kuşa çevirmek: Bir şeyi düzelteceği yerde onu daha da bozmak.
Kutu
gibi: Küçük
lakin kullanışlı.
Kuvvetten
düşmek: Güçsüz duruma düşmek, eski gücünü yitirmek.
Kuyruğu
kapana kısılmak: Çok
zor bir duruma düşmek
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğuna
basmak: Kışkırtmak,
tahrik etmek.
Kuyruğunu
kıstırmak: Birini
zor durumda bırakmak.
Kuyruk
acısı: Öç
alma arzusu.
Kuyruk sallamak: Birilerine yaranmaya çalışmak, dalkavukluk etmek.
Kuyruk sallamak: Birilerine yaranmaya çalışmak, dalkavukluk etmek.
Kuyruklu
yalan: Çok
büyük yalan.
Kuyusunu
kazmak: Bir
kimseye zarar vermek için çeşitli girişimlerde bulunmak.
Kuzu
gibi: Çok
uysal.
Kuzu
kuzu: İtiraz
etmeden.
Kuzu
postuna bürünmek: Saldırgan
olan birinin kendisini yumuşak huylu olarak göstermesi.
Küçük
dağları ben yarattım demek: Çok aşırı kibirlenmek.
Küçük
dilini yutmak: Fazlaca
şaşırmak, ne yapacağını bilemez olmak.
Küçük görmek: Birine değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük düşürmek: Birinin onurunu kırmak, onu küçümsemek, değerini düşürmek.
Küçük görmek: Birine değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük düşürmek: Birinin onurunu kırmak, onu küçümsemek, değerini düşürmek.
Küfür
savurmak: Çok
küfür etmek.
Küfür
yemek: Kendisine
küfredilmek.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin, uysal kişi.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin, uysal kişi.
Kül kesilmek: Yaşadığı korku ve heyecan neticesinde yüzünün renginin değişmesi.
Kül olmak: Bir şeyin bütünüyle yanıp yok olması.
Kül yutmamak: Tuzak ve hileleri fark eden, oyuna ve hileye karşı gözü açık kimse.
Kül olmak: Bir şeyin bütünüyle yanıp yok olması.
Kül yutmamak: Tuzak ve hileleri fark eden, oyuna ve hileye karşı gözü açık kimse.
Külahıma
anlat: Yaptıkların
asla beni tatmin etmez istediğin kadar anlat, inanmam anlamında.
Külâhını
ters giydirmek: Birinin kendisine iyi davranmayanları bir hile ile
pişman etmesi, kurnazlıkta sınır tanımaması.
Külahları
değişmek: "İlişkileri
bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit anlamında kullanılır.
Külünü
göğe savurmak: Bir şeyi kökten bitirmek, geride hiçbir şey
bırakmamak.
Künyesi
bozuk: İlk zamanlarından beri sicili bozuk kimse. Yanlış, kötü işleri ilk zamanlarında da
yapan.
Küplere
binmek: Çok
öfkelenmek.
Küpünü
doldurmak: Fırsatlardan istifade ederek çokça para biriktirmek.
Ayrıca bakınız
K harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme