Dağ devirmek: Çok zor görünen işleri başarmak.
Dağ doğura doğura fare doğurdu: Çok büyük bir beklentinin çok küçük bir şeyle sonuçlanması.
Dağa çıkmak: Yerleşik düzene karşı çıkılarak eşkıyalık yapmak.
Dağa
kaldırmak:
Bir nedenden birini zorla ıssız bir yerde alıkoymak.
Dağarcığına
atmak: Yeni
bilgileri zihne yerleştirmek.
Dağdan
gelip bağdakini kovmak: Sonradan bir yere gelen birinin eskiden beri orada
bulunan birinin yerini haksız bir şekilde almaya çalışması.
Dağlara düşmek: Bir sorun, sıkıntı, üzüntü nedeniyle kaçıp ıssız bir yerde yaşamaya başlamak.
Dağları
devirmek:
Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak.
Dal budak salmak: Birçok koldan yayılıp genişlemek.
Dalavere çevirmek: Hile ve dolanbazlıkla birini kandırmak.
Daldan
dala konmak: Çok
sık bir şekilde konuyu değiştirmek.
Dalga
geçmek:
Bir şeyi dikkate almamak, onun üzerinde kafa yormamak.
Dallanıp
budaklanmak: Bir
iş, konu ya da durumun yayılıp genişlemesi, karışık bir hal alması.
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayla: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan sözler, anlamında.
Dama taşı gibi oynatmak: İlgili kişilerin sürekli olarak görev yerlerini değiştirmek.
Damağına tat değmek: Yaptığı, uğraştığı işten bir kazanç sağlamak. Yaptığı işten kazanç görmüş olmak.
Damarına basmak: Birini öfkelendirecek bir davranışta bulunmak.
Damarına girmek: Kişinin hoşlanacağı bir şey yapmak veya kendini o kişiye sevdirmek.
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak.
Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak veya bir şeyde ağırlığı ön plana çıkmak.
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayla: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan sözler, anlamında.
Dama taşı gibi oynatmak: İlgili kişilerin sürekli olarak görev yerlerini değiştirmek.
Damağına tat değmek: Yaptığı, uğraştığı işten bir kazanç sağlamak. Yaptığı işten kazanç görmüş olmak.
Damarına basmak: Birini öfkelendirecek bir davranışta bulunmak.
Damarına girmek: Kişinin hoşlanacağı bir şey yapmak veya kendini o kişiye sevdirmek.
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak.
Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak veya bir şeyde ağırlığı ön plana çıkmak.
Dandini bebek: Avutulan bebek durumundaki kişi.
Dananın
kuyruğu kopmak:
Beklenen sonucun gerçekleşmesi.
Danışıklı
dövüş: Önceden
aralarında anlaşan kişilerin bu anlaşmayı yokmuş gibi kabul ederek başkalarını
aldatmaları.
Dar gelirli: Geçim sıkıntısı olan kimse. Gelir kaynakları sınırlı olan.
Dar kafalı: Anlayışı, sezgisi, kavrayışı az, kıt olan kimse.
Dara düşmek: Para, geçim sıkıntısına düşmek.
Darda
kalmak: Zor
duruma düşmek.
Davul çalmak: Bir şeyi herkesin işitebileceği şekilde ortalığa yaymak.
Davul
çalsan işitmez:
Duymanın ve duyarsızlığın en üst seviyede olması, anlamında.
Dayısı
dümende olmak: İş
başında, üst makamlarda kendisine yardım edecek birinin olması.
Dediği dedik: Her istediğini yaptıran.
Defteri
dürülmek: İşten
uzaklaştırılmak.
Defteri kapamak: Söz konusu işi yapmaz olmak.
Değirmenin suyu nereden geliyor: İşin yürütülmesi için gereken para ve sermayenin geldiği yer. O işi besleyen ana kaynak.
Değiş tokuş: Bir şeyi verip yerine başka bir şey almak.
Defteri kapamak: Söz konusu işi yapmaz olmak.
Değirmenin suyu nereden geliyor: İşin yürütülmesi için gereken para ve sermayenin geldiği yer. O işi besleyen ana kaynak.
Değiş tokuş: Bir şeyi verip yerine başka bir şey almak.
Deli
divane olmak: Bir
kimseyi aşırı bir şekilde sevmek.
Deliksiz uyku: Çok rahat ve uzun süren uyku hali.
Dem vurmak: Bir konudan söz etmek.
Demir almak: Yola çıkmak, bir yerden ayrılıp başka yere gitmeye hazırlanmak.
Demir atmak: Bir yerde çok uzun bir süre kalmak.
Deli fişek: Şımarık, delice işler yapan.
Deliğe tıkmak: Tutuklayıp hapse koymak.
Demir almak: Yola çıkmak, bir yerden ayrılıp başka yere gitmeye hazırlanmak.
Demokles'in
kılıcı gibi: Sürekli
olan bir tehdit ve şantaj.
Deniz kenarında kuyu kazmak: Bir şeyi kolayca elde etme imkânı varken zor yolları seçmek.
Deniz kurdu: Deniz konusunda usta olan tecrübeli kimse.
Denizde balık: Ele geçmesi oldukça zor olan şey.
Denizde kum onda para: Çok fazla parası olmak.
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken bir şeye hazırlık yapmak.
Derisine sığmamak: Çok kibirlenmek, böbürlenmek, şeytani gurur.
Derli toplu: Bir şeyin parçalarının bir arada olması, darmadağın olmaması.
Derme çatma: Yeterince vakit ayrılmamış, özensizce yapılmış.
Deniz kenarında kuyu kazmak: Bir şeyi kolayca elde etme imkânı varken zor yolları seçmek.
Deniz kurdu: Deniz konusunda usta olan tecrübeli kimse.
Denizde balık: Ele geçmesi oldukça zor olan şey.
Denizde kum onda para: Çok fazla parası olmak.
Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir ortama, duruma alışmakta zorlanmak, büyük şaşkınlık yaşamak.
Denize girse topuğu ıslanmaz: Çok tehlikeli olan işlerde dahi zarar görmeden çıkar.
Derdine düşmek: Bir soruna, bir şeye çözüm yolu bulmaya çalışmak.
Derdine düşmek: Bir soruna, bir şeye çözüm yolu bulmaya çalışmak.
Derdini deşmek: Birinin var olan bir derdinden bahsetmek, onun yeniden üzülmesine neden olmak.
Derdini dökmek: Derdini en ayrıntısına kadar anlatmak.
Derdini Marko Paşa'ya anlatmak: Derdini dinleyecek üzülecek kimse yok anlamında.
Dereden tepeden konuşmak: Rastgele, havadan sudan konuşmak.
Dereden tepeden konuşmak: Rastgele, havadan sudan konuşmak.
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken bir şeye hazırlık yapmak.
Derisine sığmamak: Çok kibirlenmek, böbürlenmek, şeytani gurur.
Derme çatma: Yeterince vakit ayrılmamış, özensizce yapılmış.
Dert ortağı: Aynı sorunu yaşayan kişilerden her biri.
Dert yanmak: Bir kişiye sızlanarak derdini anlatmak.
Dertsiz başını derde sokmak: Hiç gerek yokken üzüntü veren bir işe girişmek.
Dertsiz başını derde sokmak: Hiç gerek yokken üzüntü veren bir işe girişmek.
Deve
kini: Kolay
kolay geçmeyen, sürekli olan, unutulmayan kin.
Deve kuşu gibi: Sorunların üstüne gideceğine sorunları görmezlikten gelen, onlara gözünü kapayan.
Deve nalbanta bakar gibi: Yadırgadığı bir şeye bakarcasına.
Devede kulak: Tümüne göre çok ufak bir parça.
Deveye boynun eğri demişler nerem doğru ki demiş: Bir işin her tarafında bir sorunun olması. Hiç doğru bir tarafının olmaması.
Deveye hendek atlatmak: Kişiye olmayacak veya olması çok zor bir iş yaptırmaya çalışmak.
Deveyi düze çıkarmak: Zorlukları ortadan kaldırıp işi yoluna koymak.
Deveyi havutuyla yutmak: Herkesin gözü önünde çok büyük hırsızlık yapmak, kendine menfaat sağlamak.
Deveyi havutuyla yutmak: Herkesin gözü önünde çok büyük hırsızlık yapmak, kendine menfaat sağlamak.
Devlet kuşu: Hiç umulmadık yerden zenginlik ve mutluluk getiren talih.
Dırdır
etmek:
Bir şeyi baş ağrıtacak şekilde sürekli söylemek.
Dırıltı
çıkarmak:
Bir şeyi zora sokarak geçimsizliğe yol açmak.
Dış kapının dış mandalı: Çok uzakta olan yakın kişiler, akrabalar için kullanılır.
Dış kapının dış mandalı: Çok uzakta olan yakın kişiler, akrabalar için kullanılır.
Dışı
hoca, içi baca:
Görünüş ile özü birbiriyle aynı olmayan. Dıştan bakıldığında iyi, temiz ama
gerçekte kötü kimse.
Dışı
kalaylı, içi alaylı: Şeklen
süslü, güzel ama iç tarafı kötü olan.
Dibine darı ekmek: Harcayıp bitirmek.
Dibine darı ekmek: Harcayıp bitirmek.
Didik
didik etmek: En
küçük ayrıntısına kadar aramak.
Dik
dik bakmak: Bir
kimseye sinirli bir şekilde bakmak.
Dik kafalı: Büyüklerinin sözlerine uymayan, inatçı kimse.
Dik kafalı: Büyüklerinin sözlerine uymayan, inatçı kimse.
Diken üstünde olmak: Her an makamından yerinden olabilir anlamında kullanılır.
Dikili ağacı olmamak: Mal mülk veya geride bırakacağı hiçbir şeyi olmamak.
Dikili ağacı olmamak: Mal mülk veya geride bırakacağı hiçbir şeyi olmamak.
Dikine
gitmek: Kimseyi
dinlemeyen, bildiğini okuyan kimse.
Dikiş
tuturamamak: Başarılı
olamamak.
Dikiz
etmek: Birine gizlice bakmak.
Dikte
etmek: Birine
zorla bir şey kabul ettirmeye çalışmak.
Dil ağız vermemek: Hastanın kendinden geçip konuşamaz bir duruma gelmesi.
Dil
çıkarmak: Birisiyle
alay etmek.
Dil dökmek: Birini bir şeye ikna etmeye çalışmak.
Dil ebesi: Gereğinden fazla ve esprili bir şekilde konuşan.
Dil ebesi: Gereğinden fazla ve esprili bir şekilde konuşan.
Dil otu yemiş: Sürekli ha bire durmadan konuşan.
Dil persengi: Konuşurken sürekli tekrar edilen söz.
Dil uzatmak: Birine, bir şeye aşağılayıcı sözler söylemek.
Dil yarası: Çok ağır ve kişiyi üzen bir sözün gönülde bıraktığı kırgınlık.
Dilden dile dolaşmak: Herkesçe konuşulmak.
Dile düşmek: Hakkında dedikodu çıkmak.
Dilden dile dolaşmak: Herkesçe konuşulmak.
Dile düşmek: Hakkında dedikodu çıkmak.
Dile gelmek: Konuşma yeteneği olmadığı halde konuşmak, dillenmek.
Dile getirmek: Bir meseleyi ortaya atmak, açıklamak, anlatmak.
Dili açılmak: Çeşitli nedenlerden konuşamayan birinin bir anda konuşmaya başlaması.
Dile getirmek: Bir meseleyi ortaya atmak, açıklamak, anlatmak.
Dili açılmak: Çeşitli nedenlerden konuşamayan birinin bir anda konuşmaya başlaması.
Dili ağırlaşmak: Hastalıktan güç konuşur bir duruma gelmek.
Dili dolaşmak: Korku, heyecan veya bir hastalık nedeniyle şaşırmak, bunu açıkça dile getirip ifade edememek.
Dili döndüğü kadar: Anlatma imkânı elverdiği şekilde.
Dili dönmemek: Bir sözü doğru söyleyememek, düzgün telaffuz edememek.
Dili güllü: Dili tatlı olan.
Dili tutulmak: Bir sebepten konuşamaz duruma gelmek.
Dili uzamak: Haddini bilmeden konuşmak.
Dili uzun: Kişileri incitecek, kıracak sözler söyleyen.
Dili varmamak: Bir şeyi söylemeye bir türlü gönlü razı olmamak.
Dili zifir: Kişileri inciten sözler söyleyen kişilere söylenir.
Dili zifir: Kişileri inciten sözler söyleyen kişilere söylenir.
Dilimin ucunda: Çok iyi bilindiği halde bir şeyin bir türlü anımsanamaması.
Dilin kemiği yok: Kişinin konuşurken hata yapabileceği, yanlış konuşabileceği durumlar için kullanılır.
Dilinde tüy bitmek: Birine yol göstermekten bıkıp usanmak.
Dilinden
anlamak: Birinin
ne demek istediğini anlamak, duygu ve düşüncelerine anlam verebilmek.
Dilinden
düşürmemek: Bir
şeyden sürekli bahsetmek.
Dilinden kurtulamamak: Bir yanlıştan ötürü sürekli olarak eleştiri, sitem, sataşmaya neden olmak.
Dilinden kurtulamamak: Bir yanlıştan ötürü sürekli olarak eleştiri, sitem, sataşmaya neden olmak.
Diline
dolamak: Bir
kimseyi durmadan kötülemek.
Diline pelesenk etmek: Bir sözü yerli yersiz tekrarlamak.
Diline yörük: Çok fazla konuşkan kimse.
Dilini bağlamak: Bir kişiyi bir şekilde söz söyleyemez duruma getirmek.
Dilini eşek arısı soksun: Kişinin hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyene karşı söylenilir.
Dilini tutmak: Bir işin sonunu da düşünerek rastgele konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak.
Diline pelesenk etmek: Bir sözü yerli yersiz tekrarlamak.
Diline yörük: Çok fazla konuşkan kimse.
Dilini bağlamak: Bir kişiyi bir şekilde söz söyleyemez duruma getirmek.
Dilini eşek arısı soksun: Kişinin hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyene karşı söylenilir.
Dilini tutmak: Bir işin sonunu da düşünerek rastgele konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak.
Dilini yutmak: Bir korku ya da şaşkınlık durumunda konuşamaz bir hal almak.
Dilinin altında bir şey olmak: Kişinin sözlerinden açıkça dile getirmediği bir şeyin var olduğunun anlaşılması.
Dilinin ucuna gelmek: Bir şeyi söyleyecek durumdayken söylemekten vazgeçmek.
Dillerde dolaşmak: Her yerde kendisinden veya bir şeyden söz edilmek.
Dillere destan olmak: Bir olayın, durumun halk arasında yayılması, meşhur olmak, duyulmak.
Dilli düdük: Duyduğu her şeyi söyleyen kimse.
Dilli düdük: Duyduğu her şeyi söyleyen kimse.
Dimyat'a
pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmeye
çalışırken elindekini de kaybetmek.
Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek.
Dingo'nun ahırı: Disiplinin olmadığı, kimin girip çıktığı belli olmayan yer.
Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek.
Dingo'nun ahırı: Disiplinin olmadığı, kimin girip çıktığı belli olmayan yer.
Dini
bütün: Çok
dindar, dinini tam olarak yaşayan kimse.
Dip
doruk:
Baştan aşağı, tepeden tırnağa kadar.
Dipsiz kile boş ambar: Para, mal tutamayan bir kişinin durumunu veya verimsiz, sonuçsuz bir şeyi anlatmak amacıyla kullanılır.
Direk
direk bağırmak: Yüksek
sesle bağırmak.
Dirsek
çevirmek:
Önceleri birlikte çalıştıkları, çok iyi anlaştıkları kimseleri kendinden
soğutacak, uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
Dirsek
çürütmek:
Bir uğraş amacıyla çok uzun yıllar çalışmak.
Diskur geçmek: Nutuk çekmek.
Diş bilemek: Kızdığı birine kötülük yapmak için uygun zamanı beklemek.
Diş geçirememek: Gücü yetmemek, birine istediğini yaptıramamak.
Diş gıcırdatmak: Öfke ve kızgınlığını davranışlarına yansıtmak.
Diş göstermek: Gücünü hissettirmek, birini gücüyle bir şekilde tehdit etmek.
Diş kirası: Bir işe verdiği emeğin dışında fazladan elde ettikleri, kazandıkları.
Diskur geçmek: Nutuk çekmek.
Diş bilemek: Kızdığı birine kötülük yapmak için uygun zamanı beklemek.
Diş geçirememek: Gücü yetmemek, birine istediğini yaptıramamak.
Diş gıcırdatmak: Öfke ve kızgınlığını davranışlarına yansıtmak.
Diş göstermek: Gücünü hissettirmek, birini gücüyle bir şekilde tehdit etmek.
Diş kirası: Bir işe verdiği emeğin dışında fazladan elde ettikleri, kazandıkları.
Dişe
dokunur: Önemli,
hatırı sayılır bir şey yapmak.
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek biriktirmek.
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek biriktirmek.
Dişine
göre: Kendi
gücüne, kuvvetine, kabiliyetine göre.
Dişini sıkmak: Dayanmak, katlanmak.
Dişini sıkmak: Dayanmak, katlanmak.
Dişini
tırnağına takmak:
Zorluk ve sıkıntılarla, bütün güç ve kuvvetiyle çalışmak.
Dişinin
kovuğuna bile gitmemek: Bir yiyeceğin kişi için çok az gelmesi.
Divan
durmak: Hatırı
sayılır biri karşısında saygı nöbetinde durmak. Onu ayakta elleri göğsü
üzerinde bağlı beklemek.
Diyalog
kurmak: Karşılıklı
olarak konuşmaya başlamak.
Diz
çökmek:
Teslim olmak, birinin gücünü kabul etmek.
Dize gelmek: Boyun eğmek.
Dize gelmek: Boyun eğmek.
Dize
getirmek: Birine
kendi istediği şeyi yaptırmak. Ona boyun eğdirmek.
Dizginini kısmak: Mevcut yetki alanını daraltmak.
Dizginini kısmak: Mevcut yetki alanını daraltmak.
Dizginleri
ele almak: Bir
yerin yönetimini ele geçirmek, orayı yönetmeye başlamak.
Dizginleri
salıvermek: Çok
sıkı tuttuğu bir yönetimi gevşetmek.
Dizinde
oturup sakalını yolmak: Kendine bakan, kendisine menfaati olan kimseye kötülük
etmek.
Dizini dövmek: Çok pişman olmak.
Dizinin
dibinde:
En yakınında, hiç ayrılmadan yanında kalmak.
Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman kalmamak, takatsiz olmak.
Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman kalmamak, takatsiz olmak.
Dizlerine kapanmak: Kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.
Dizlerinin
bağı çözülmek: Heyecandan,
korkudan, yorgunluktan ayakta duramayacak bir duruma gelmek.
Dobra
dobra konuşmak: Çekinmeden,
düşündüklerini olduğu gibi söylemek.
Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden sözü olduğu gibi açık açık söylemek.
Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz olmamış bir şey için hazırlık yapmak.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Birden fazla işin aynı zamana denk gelip sıkışık bir hal alması.
Dokuz doğurmak: Korkudan veya çok istenen bir şey ha oldu ha olacak diye tasalanmak.
Dokuz körün bir değneği: Yakınlarından birçoğunun kendisinden yardım beklediği kişi.
Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden sözü olduğu gibi açık açık söylemek.
Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz olmamış bir şey için hazırlık yapmak.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Birden fazla işin aynı zamana denk gelip sıkışık bir hal alması.
Dokuz doğurmak: Korkudan veya çok istenen bir şey ha oldu ha olacak diye tasalanmak.
Dokuz körün bir değneği: Yakınlarından birçoğunun kendisinden yardım beklediği kişi.
Dokuz köyden kovulmuş: Çeşitli olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı hiçbir yerde tutunamamak.
Dokuz
yorgan eskitmek: Ortalamanın
üzerinde yaşamak.
Dolaba girmek: Tuzağa düşürülmek.
Dolaba girmek: Tuzağa düşürülmek.
Dolap
beygiri gibi dönüp durmak: Dar bir çevrede boşuna dolaşıp durmak.
Dolap
çevirmek: Hile
ile iş yapmak.
Dolma yutmak: Kanmak, aldanmak.
Dost kazığı: Birlikte iş görenlerin birbirlerine yanlış yapmaları. Oldukça acı veren durumlar için kullanılan bir deyim.
Dolma yutmak: Kanmak, aldanmak.
Dolmuş yapmak: Bir meslek, iş edinmek.
Dolu dizgin: Son hızla, çok süratli bir şekilde devam eden şey.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayacak zor bir durum için kullanılır.
Domuzdan kıl çekmek: Oldukça cimri birinden bir şey alabilmek.
Don gömlek: Bir kişinin üzerinde giysi olarak sadece don ve gömleğinin olması.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayacak zor bir durum için kullanılır.
Domuzdan kıl çekmek: Oldukça cimri birinden bir şey alabilmek.
Don gömlek: Bir kişinin üzerinde giysi olarak sadece don ve gömleğinin olması.
Dost kazığı: Birlikte iş görenlerin birbirlerine yanlış yapmaları. Oldukça acı veren durumlar için kullanılan bir deyim.
Dostlar
alışverişte görsün: Sırf gösteriş
olsun, iş görüyor densin diye.
Dozunu
ayarlamak: Ölçülü
olmak.
Dökülüp saçılmak: Bir şeye fazla para harcamak.
Dökülüp saçılmak: Bir şeye fazla para harcamak.
Döner taşı, öter kuşu olmamak: Mal mülk, evlat gibi hiçbir şeyi olmamak.
Dönüm noktası: Bir şeyin, durumun terk edilip başka bir duruma geçmesi.
Dört ayak üstüne düşmek: Oldukça tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak.
Dönüm noktası: Bir şeyin, durumun terk edilip başka bir duruma geçmesi.
Dört ayak üstüne düşmek: Oldukça tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak.
Dört
başı mamur: Her
açıdan istenildiği gibi olan.
Dört dönmek: Bir işi yapmak için şaşkınlık ve telaşla sağa sola koşmak.
Dört dörtlük: Tam, hiçbir eksik olmadan.
Dört duvar arasında: Evde, kapalı bir yerde.
Dört elle sarılmak: Yapacağı iş için büyük emek sarf etmek.
Dört gözle ağlamak: Gereğinden fazla yakınmak.
Dört dönmek: Bir işi yapmak için şaşkınlık ve telaşla sağa sola koşmak.
Dört dörtlük: Tam, hiçbir eksik olmadan.
Dört duvar arasında: Evde, kapalı bir yerde.
Dört elle sarılmak: Yapacağı iş için büyük emek sarf etmek.
Dört gözle ağlamak: Gereğinden fazla yakınmak.
Dört
gözle bakmak: Çok dikkatli
bir şekilde bakmak.
Dört
gözle beklemek: Pek
isteyerek, özleyerek beklemek.
Dört
köşe olmak: Çok
sevinmek.
Dört
üstü murat üstü: İşi
daima yolunda olan keyifli kimse.
Dört
yanı deniz kesilmek:
Bir yerden yardım alma umudu olmamak.
Dudak
bükmek: Bir
şeyi beğenmediğini davranışlarıyla anlatmak.
Dudak
ısırmak: Hayran
kalmak.
Dudak sarkıtmak: Üzüntüsünü, hoşnutsuzluğunu yüzündeki ifadeyle belli etmek.
Duman attırmak: Bir kimseyi yıldırmak, çok zor duruma düşürmek.
Dudak sarkıtmak: Üzüntüsünü, hoşnutsuzluğunu yüzündeki ifadeyle belli etmek.
Duman attırmak: Bir kimseyi yıldırmak, çok zor duruma düşürmek.
Duman etmek: Ortalığı dağıtmak, yok etmek.
Duman olmak: Çok kötü duruma düşmek.
Dumanı
üstünde: Çok
taze.
Dumura uğramak: İşlevini yapamaz olmak.
Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim: Kuvvet kazanıp da karşıdaki kişiyi ezmek amacıyla fırsat kollamak.
Durdu durdu turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda çok güzel bir şey, büyük bir kazanç elde etti.
Durup dinlenmeden: Ara vermeden, sürekli bir şekilde.
Dumura uğramak: İşlevini yapamaz olmak.
Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim: Kuvvet kazanıp da karşıdaki kişiyi ezmek amacıyla fırsat kollamak.
Durdu durdu turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda çok güzel bir şey, büyük bir kazanç elde etti.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Neşe ve konuşkanlığını yitirmek.
Duvar gibi: Çok sağlam,
sarsılmayan kimse.
Düdüğü çalmak: Mutlu, sevindirici bir duruma erişmek.
Düğüm noktası: Bir sorunun sonuçlandırılması için çözülmesi gereken en zor yanı.
Düğüm üstüne düğüm vurmak: Parasını cimrilik yaparak saklamak.
Düğün evi gibi: Gereğinden fazla kalabalık ve telaşlı yer.
Dümen çevirmek: Bir şeyi hileli bir şekilde yapmaya çalışmak.
Dümen neferi: Arkadaşları içerisinde en geride kalan kişi.
Düğün bayram etmek: Büyük mutluluk duymak, birlikte huzurlu, neşeli bir duruma kavuşmak.
Düğün dernek, hep bir örnek: Ne kadar toplantı, konuşma varsa hepsi birbirine benziyor, anlamında.
Düğün dernek, hep bir örnek: Ne kadar toplantı, konuşma varsa hepsi birbirine benziyor, anlamında.
Düğün evi gibi: Gereğinden fazla kalabalık ve telaşlı yer.
Dümen çevirmek: Bir şeyi hileli bir şekilde yapmaya çalışmak.
Dümen neferi: Arkadaşları içerisinde en geride kalan kişi.
Dümen
suyunda gitmek: Bir
kimsenin izinden yürümek.
Dümen yapmak: Hileli yollara başvurup başkasını aldatmak.
Dümen yapmak: Hileli yollara başvurup başkasını aldatmak.
Dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: Kendi mesleğinde bir uzmanlığı yokken hileli yollara başvuruyor.
Dünden razı: Bunu kesinlikle kabul edecektir, anlamında.
Dünkü çocuk: Deneyimsiz, acemi kimse.
Dünya başına yıkılmak: Bir felaketle karşılaşmak, dara düşmek, çok üzülüp büyük acı çekmek.
Dünya durdukça durasın: Allah size çok uzun ömürler versin, anlamında.
Dünya evine girmek: Evlenmek.
Dünya gözü ile: Hayat devam ederken, ölmeden önce.
Dünya gözünde zindan olmak: Umutsuz bir şekilde karamsarlığa düşmek.
Dünya kelamı etmek: Ortalıktan, olup bitenden bahsetmek.
Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorumluluk duygusundan yoksun ,tasasız, gamsız kimse.
Dünya kelamı etmek: Ortalıktan, olup bitenden bahsetmek.
Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorumluluk duygusundan yoksun ,tasasız, gamsız kimse.
Dünyadan elini eteğini çekmek: Daha çok ibadetle meşgul olup dünyaya ait işlerle uğraşmamak.
Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden ve zamanın gereklerinden haberi olmamak.
Dünyalar
onun olmak: Çok
sevinmek.
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Çok büyük zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak, insanın başına nelerin gelebileceğini anlamak.
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak olan yer.
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Çok büyük zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak, insanın başına nelerin gelebileceğini anlamak.
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak olan yer.
Dünyası
yıkılmak: Hayalleri
son bulmak, bir beklentinin olumsuzlukla neticelenmesi.
Dünyaya
kazık kakmak: Çok uzun ömürlü
olmak.
Dünyayı
toz pembe görmek: En
olumsuz durumlarda bile iyimser olabilmek.
Dünyayı
zindan etmek: Birilerini çok
sıkıntılı bir duruma sokmak.
Düşe
kalka: Binbir güçlükle çok güçlük çekerek bir işi yapmaya çalışmak.
Düşüncesini
almak: Herhangi
bir konuda görüşüne başvurmak.
Düşüncesini
okumak: Birinin
ne düşündüğünü anlamaya çalışmak.
Düşünceye
dalmak: Bir
şekilde derin derin düşünmek.
Düşünüp
taşınmak: Enikonu
düşünmek.
Düşüp
kalkmak: Bir
kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak.
Düşeş
atmak: Hiç
beklenmeyen bir başarı elde etmek.
Düşman
çatlatmak: Başarılarıyla
düşmanı kıskandırmak, onları kızdırmak.
Düşman kesilmek: Düşmanca bir tavır almak, birine kin ve nefret beslemek.
Düşman kesilmek: Düşmanca bir tavır almak, birine kin ve nefret beslemek.
Düşte
görse hayra yormamak:
Hiç beklenilmeyen bir durumla karşılaşmak. Güzel, olumlu bir şeye
kavuşmak.
Düttürü
Leyla: Kılığı
ciddi olmayan, hafif ve tuhaf giyimli kadın.
Düzlüğe
çıkmak: Engelleri
aşıp işi yoluna koymak.
Ayrıca bakınız
D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder