Ecel aman verirse: Ömür yeterse ölmezsem şayet.
Ecel beşiği: Kişinin her an üzerinden aşağı yuvarlanabileceği tehlikeli yerler.
Ecel şerbeti içmek: Ölmek.
Ecel beşiği: Kişinin her an üzerinden aşağı yuvarlanabileceği tehlikeli yerler.
Ecel şerbeti içmek: Ölmek.
Ecel teri
dökmek: Aşırı
korkmak, korku ve bunalım içerisinde olmak.
Ecelden aman olursa: Eğer ölmezsem onu
yapacağım, anlamında.
Eceli
gelmek: Kişinin
hayatının sona ermesi, ölmesi.
Eceline
susamak: Ölümüyle sonuçlanabilecek
tehlikeli hal ve hareketler sergilemek.
Eciş
bücüş: Çirkin
görünüşlü.
Edebini takınmak: Oldukça terbiyesiz bir durumdan terbiyeli duruma geçmek.
Edebiyat
yapmak: Bir
konuda gereğinden fazla konuşmak.
Edi ile
Büdü: Birbirinden
hiç ayrılmayan sevimli kafa dengi kişiler.
Efkâr
dağıtmak: Üzüntüsünü
ortadan kaldırmak, uzaklaştırmak.
Efradını
cami, ağyarını mani: Gereklileri
içeren gereksizleri dışarıda bırakan.
Eğri büğrü: Düzgün olmayıp standartların dışında olan.
Eğri gemi doğru sefer: Kullanılan araç yetersiz olsa da isteğe uygundur.
Eğri büğrü: Düzgün olmayıp standartların dışında olan.
Eğri
gözle bakmak: Kötü
düşünce ile birine yanaşmak, bakmak.
Eğri
oturup doğru konuşalım: Her koşul altında doğru söyleyelim.
Ehven-i
şer: Daha az
zararlı veya kötü olan.
Ekalliyette kalmak: Azınlıkta kalmak.
Ekli püklü: Her tarafı yamalı olan.
Ekalliyette kalmak: Azınlıkta kalmak.
Ekli püklü: Her tarafı yamalı olan.
Ekmeği bütün: Kimseye el açmayan, kazancı kendine ancak yeten kimse.
Ekmeği dizinde: Terbiyesiz, nankör kimse.
Ekmeği ile oynamak: Birinin geçim kaynağını elinden almak.
Ekmeği ile oynamak: Birinin geçim kaynağını elinden almak.
Ekmeğinden
etmek: Birini işinden atmak.
Ekmeğine
yağ sürmek: İstemediği
halde birinin işine yarayacak bir şey yapmak.
Ekmeğine
kan doğramak: Bir
kişiyi acılar içinde bırakacak şekilde bir davranışta bulunmak.
Ekmeğine
koç: Sofrasında
sürekli misafir olan kimse.
Ekmeğine
kuru, ayranına duru mu dedik: Sana, zoruna gidecek bir şey mi söyledik.
Ekmeğine
yağ sürmek: Birine faydası olan bir eylemde bulunmak.
Ekmeğini çıkarmak: Geçimini sağlayacak kadar kazanç sağlamak.
Ekmeğini
eline almak: Geçimini
kendi sağlayacak duruma gelmek.
Ekmeğini kana doğramak: Büyük bir üzüntüyle yaşamak.
Ekmeğini kazanmak: Geçimini sağlamak için para kazanmak.
Ekmeğini kazanmak: Geçimini sağlamak için para kazanmak.
Ekmeğini
taştan çıkarmak: Geçimini
sağlamakta pek becerikli olmak.
Ekmeğini
yemek: Birisinin
yanında çalışarak kendi geçimini sağlamak.
Ekmeğiyle
oynamak: Bir
kimsenin işini kaybetmesine sebep olmak.
Ekmek
aslanın ağzında: Geçimini
sağlayacak bir iş bulmak kolay değil anlamında.
Ekmek
elden su gölden: Başkasının
kesesinden bol bol yiyip içmek.
Ekmek
kapısı: Kişinin geçim
sağladığı yer.
Ekmek kavgası: Geçim için verilen mücadele.
Ekmek
parası: Geçinmek
için kazanılan para.
Eksik
gedik: Ufak
tefek basit ihtiyaçlar.
Eksik
olma bayır turpu: Aslında
yardım etmiş gibi görünüyorsun ama asıl amacın beni kandırmaktır.
Ekşi yüz:
Asık
süratlı yüz.
El açmak: Dilenmek, birisinin yardımını almak için ona yalvarmak.
El
altında: Hazır.
El
altından: Herkesten
habersiz, gizlice.
El
atmak: Birisinin
işine karışmak.
El ayak
çekilmek: Ortalıkta kimsenin olmadığı, ıssızlığın
ve sessizliğin olduğu yer.
El bağlamak: Saygı göstermek için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
El bağlamak: Saygı göstermek için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
El
basmak: Kutsal
kitaplardan biri üzerine el koyarak and içmek.
El
bebek, gül bebek: Nazlı, şımarık.
El
çabukluğu: İşi çabuk bir biçimde yapma ustalığı.
El
çekmek: Vazgeçmek.
El
çektirmek: Birini
görevinden uzaklaştırmak.
El
çırpmak: Alkışlamak.
El değiştirmek: Bir şeyin durumunun birinden bir başkasına geçmek.
El değmemiş: Hiç dokunulmamış, kullanılmamış.
El ele vermek: Güçleri birleştirip iş birliği yapmak.
El eliyle yılan tutmak: Zor ve tehlikeli bir işe kendisi girişmeyip başkasını ileri sürmek.
El değiştirmek: Bir şeyin durumunun birinden bir başkasına geçmek.
El elde baş başta: Gelir ve harcamanın birbirine denk gelmesi.
El ele: Bir şeyi birlikte, iş birliği ile yapmak.
El emeği:
El ile
yapılan işe harcanan emek.
El ense
etmek: Elini
yarışmacının ensesine atıp onu çekmek.
El ermez,
göz görmez: Bulunduğu
yerden çok uzak olmak.
El etek çekmek: Bir şeyle uğraşmayı bırakmak.
El etmek: Birine "gel" anlamında el sallamak.
El gün: Herkes, bütün halk.
El kapısı: Yabancı kişilerin yeri
El katmak: Bir işin yapılmasına yardım etmek.
El kiri: Kolayca vazgeçilir, atılır (şey).
El etek çekmek: Bir şeyle uğraşmayı bırakmak.
El etek öpmek: Birine hoş görünmeye, yaranmaya çalışmak.
El gün: Herkes, bütün halk.
El kadar: Küçük, çok küçük.
El kaldırmak: Birini vurmak için elini harekete geçirmek.
El kiri: Kolayca vazgeçilir, atılır (şey).
El
koymak: Bir oluşumu bir şeyi kendi buyruğu altına almak.
El pençe divan durmak: Birinin huzurunda hazır olarak beklemek.
El oğlu: Yabancı kimse, başkaları.
El ovuşturmak: Birinin karşısında saygılı bir durumda beklemek.
El ovuşturmak: Birinin karşısında saygılı bir durumda beklemek.
El pençe divan durmak: Birinin huzurunda hazır olarak beklemek.
El sıkmak: Selamlaşmak amacıyla birinin elini tutmak.
El sunmak: Elini uzatmak.
El sürmemek: Hiç dokunmamak, hiç değmemek.
El şakası: Birine el ile yapılan ilişme neticesinde onu tedirgin etmek. Güldürmek ya da kızdırmadan tedirgin etmek için bir kimseye elle ilişmek.
El ulağı: Çok önemli bir iş yapan kişinin küçük işlerde kullandığı yardımcı.
El sürmemek: Hiç dokunmamak, hiç değmemek.
El şakası: Birine el ile yapılan ilişme neticesinde onu tedirgin etmek. Güldürmek ya da kızdırmadan tedirgin etmek için bir kimseye elle ilişmek.
El ulağı: Çok önemli bir iş yapan kişinin küçük işlerde kullandığı yardımcı.
El vurup
etek silkmek: Uğraştığı bir işi kesin bir şekilde bırakmak.
El
yatkınlığı: Bir işe eli alışmış olan.
El yordamıyla: Ellerini kullanarak bir şeyi bulmaya çalışmak.
El yordamıyla: Ellerini kullanarak bir şeyi bulmaya çalışmak.
Elde avuçta bir şey bırakmamak: Mal mülkü tüketmek. Ham vurup harman savurmak.
Elde
avuçta bir şey kalmamak: Parası, malı, mülkü ne varsa tüketmek.
Elde
bulunan: Hazırda
olan, var olan.
Elde
etmek: Bir şeye
sahip olmak.
Elde
kalmak: Bir malın
satılmayıp geride kalan kısmı.
Elden ağza yaşamak: Kazandığının ancak günlük harcamasına yetmesi.
Elden ayaktan düşmek: Hastalık veyahut yaşlılıktan iş yapamaz duruma gelmek.
Elden ayrıksı: Başkasına benzemeyen, herkesten ayrı hareket eden.
Elden ağza yaşamak: Kazandığının ancak günlük harcamasına yetmesi.
Elden ayaktan düşmek: Hastalık veyahut yaşlılıktan iş yapamaz duruma gelmek.
Elden
çıkarmak: Bir
şeyi satmak, başka birine vermek.
Elden çıkmak: Bir malın kişinin malı olmaktan çıkması.
Elden çıkmak: Bir malın kişinin malı olmaktan çıkması.
Elden
ele: Bir
kişiden diğer kişiye.
Elden ele dolaşmak: Bir şeyin pek çok kişi tarafından kullanılması.
Elden ele dolaşmak: Bir şeyin pek çok kişi tarafından kullanılması.
Elden
geçirmek: Ele
alıp muayene etmek, onarmak, temizlemek.
Elden
geldiği kadar: Gücü
yettiği ölçüde.
Elden
gitmek: Bir
şeyi kaybetmek.
Elden
kaçırmak: Bir
şeye sahiplenme fırsatını kaçırmak.
Elden ne
gelir: Yapılacak
hiçbir şey kalmamak.
Ele almak: Bir şeyi incelemek, araştırmak, onun üzerinde çalışmaya başlamak.
Ele almak: Bir şeyi incelemek, araştırmak, onun üzerinde çalışmaya başlamak.
Ele
avuca sığmamak: Söz
dinlememek, baskı altına alınmamak.
Ele
geçirmek: Bir şeye
sahip olmak veya kaçan birini yakalamak.
Ele
geçmek: Elde
etmek.
Ele
gelmek: El ile
tutulabilir olmak.
Ele güne
karşı: Dostları
üzmemek, düşmanları sevindirmemek.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Etrafındakilere iyi olmaları yönünde nasihatler verdiği halde kendisi bunların hiçbirine uymaz.
Ele vermek: Suçlu kimseyi haber verip yakalatmak.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Etrafındakilere iyi olmaları yönünde nasihatler verdiği halde kendisi bunların hiçbirine uymaz.
Eleğim
var sacım var, komşuya ne borcum var: Kimseden yardım isteme ihtiyacı duymuyorum. Kendi
imkanlarım bana gayet yeterli geliyor.
Elekten
geçirmek: Çok iyi
bir inceleme neticesinde iyiyi ve kötüyü ayırmak.
Eli
açık: Cömert kişi.
Eli
ağır: 1. Yavaş
iş gören. 2. Vurduğu vakit çok acıtan (kimse).
Eli
ağzında kalmak: Şaşırıp ne yapacağını bilememek.
Eli
alışmak: Bir
işte ustalaşmak.
Eli ayağı buz kesilmek: Korku ve heyecandan ne yapacağını bilememek.
Eli ayağı dolaşmak: Heyecandan ne yapacağını şaşırmak.
Eli ayağı tutmak: Bir işi yapabilecek güçte olmak, vücut gücü yerinde olmak.
Eli çabuk: Çabucak iş gören.
Eli ayağı dolaşmak: Heyecandan ne yapacağını şaşırmak.
Eli ayağı tutmak: Bir işi yapabilecek güçte olmak, vücut gücü yerinde olmak.
Eli bayraklı: Kavgacı, edepsiz kişi.
Eli bol: Çok parası olan kimse.
Eli bol: Çok parası olan kimse.
Eli boş dönmek: Umduğunu almadan geri dönen.
Eli boş olmak: İlgili zamanda herhangi bir işi olmamak.
Eli boş olmak: İlgili zamanda herhangi bir işi olmamak.
Eli böğründe kalmak: Çaresiz duruma düşmek.
Eli cebine varmamak: Parasını harcamaya kıyamamak.
Eli darda: Geçimini karşılayacak parası olmayan.
Eli ekmek tutmak: Geçimini kendi kazancıyla sağlayacak bir duruma gelmek.
Eli ermemek: Uzakta olduğu için yetişememek.
Eli geniş: Cömert kişi.
Eli hafif: Acıtmadan iğne yapan dişçi, diş teknisyeni, hemşire, doktor.
Eli ekmek tutmak: Geçimini kendi kazancıyla sağlayacak bir duruma gelmek.
Eli ermemek: Uzakta olduğu için yetişememek.
Eli geniş: Cömert kişi.
Eli hafif: Acıtmadan iğne yapan dişçi, diş teknisyeni, hemşire, doktor.
Eli işe yatmak: Bir işi yapabilecek el becerisine sahip olmak.
Eli işte gözü oynaşta: İş yapar gibi görünüp aklı başka yerde olmak.
Eli kalem tutmak: Duygu ve düşüncelerini güzel bir ifade ile yazabilmek.
Eli işte gözü oynaşta: İş yapar gibi görünüp aklı başka yerde olmak.
Eli kalem tutmak: Duygu ve düşüncelerini güzel bir ifade ile yazabilmek.
Eli kolu bağlı olmak: Bir engel dolayısıyla hiçbir iş yapamaz hale gelmek.
Eli koynunda: İşsiz olan ve aynı zamanda çaresiz olan kimse.
Eli mahkûm: Bir işi yapmaktan başka çaresi olmamak.
Eli olmak: Bir işe adı karışmak.
Eli para görmek: Para kazanmak.
Eli
sıkı: Cimri.
Eli
sopalı: Zorba.
Eli uz: Becerikli, usta kimse.
Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.
Eli uz: Becerikli, usta kimse.
Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.
Eli
yatkın: Becerikli,
maharetli kimse.
Elifi elifine: Gerçekle aynı, tıpatıp, tam uygun.
Elifi yüzünde, ekmeği dizinde: Utanmaz, terbiyesiz bir şekilde cevap veren.
Eli yüreğinin üstünde olmak: Kötü bir şey olacak diye sürekli kaygılanmak.
Elifi görse mertek sanır: Okuma yazması olmayan kişiler için kullanılır.
Elinde kalmak: Bir malı, şeyi elinden çıkaramamak.
Elinden almak: Sahip olduğu bir şeyden birini mahrum bırakmak.
Elinden almak: Sahip olduğu bir şeyden birini mahrum bırakmak.
Elinden bir iş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak.
Elinden bir kaza çıkmak: İstemeyerek birisine zararı dokunmak.
Elinden bir şey gelmemek: Olanaksızlıktan birine yardımcı olamamak.
Elinden düşürmemek: Sürekli bir şekilde ilgilenmek.
Elinden geleni ardına koymamak: Elinden ne gelirse yapmak.
Elinden gelmek: Bir şeyi yapabilme gücüne sahip olmak.
Elinden gelmek: Bir şeyi yapabilme gücüne sahip olmak.
Elinden hiçbir şey kurtulmamak: Her şeyi yapabilecek yetenekte olmak.
Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak, yavaş iş yapan.
Elinden kabuklu koz yenmez: Oldukça pis ve temizlik bilmez biri olmak.
Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak, yavaş iş yapan.
Elinden kabuklu koz yenmez: Oldukça pis ve temizlik bilmez biri olmak.
Eline bakmak: Birinin ancak yardımı ile geçinebilmek.
Eline düşmek: Birine muhtaç duruma düşmek.
Eline sağlık: Yaptıkların için teşekkür ederim, anlamında.
Eline su dökemez: Senin yaptıklarını asla yapamaz.
Elini ayağını kesmek: Artık gelmemek, uğramaz olmak.
Elini cebine atmak: Bir şeyde ödemeyi yapmaya çalışmak.
Elini cebine atmak: Bir şeyde ödemeyi yapmaya çalışmak.
Elini çabuk tutmak: İşi bir an evvel yapmaya çalışmak.
Elini eteğini çekmek: Uzun zaman yapageldiği bir işten çekilmek.
Elini kana bulamak: Bir kimseyi yaralamak veya öldürmek.
Elini kolunu bağlamak: Hiçbir şey yapamaz hale getirmek.
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir şeyden başarı elde etmemek, hiçbir hediye getirmemek.
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir şeyden başarı elde etmemek, hiçbir hediye getirmemek.
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Hiçbir şey yapmamak.
Elini
vicdanına koyarak söylemek: Bir şeyi tarafsızca adil
bir şekilde dile getirmek.
Elinin
hamuruyla erkek işine karışmak: Bilmediği, anlamadığı işleri yapmaya
koyulmak.
Elle
tutulur gözle görülür: Çok belirgin bir şekilde açık olan.
Elleri nasır bağlamak: Ellerini ağır işlerde uzun süre kullanmış olmak.
Eliyle koynunun arası kırk yıllık yol: Çok fazla cimri kimse.
Emeği
geçmek: Bir
işin yapılmasında çalışmış olmak.
Emeği sağdıç emeğine dönmek: Verdiği emeğin boşa gitmesi.
Emek
vermek: Çok
ve özenli çalışmak.
Emir
büyük yerden gelmek: Hatırı sayılır kimseden gelen emir.
Emir kulu:
Başkasının boyunduruğu altında yaşayan kimse.
Emret
fındık kabuğuna gireyim: Emrinizi en zor şartlar altında yerine
getireyim anlamında.
Emrine
girmek: Birinin boyunduruğuna girmek.
Endazeye gelmemek: Ölçülememek.
Endazeye
vurmak: Bir
şeyi hesaplamak, onu ölçmek.
Eni
konu: Her
açıdan.
Eninde sonunda: Bir işin en sonunda.
Enine boyuna: Bütün ihtimalleri göz önünde tutan.
Ense yapmak: Hiçbir şekilde bir iş yapmamak.
Eninde sonunda: Bir işin en sonunda.
Enine boyuna: Bütün ihtimalleri göz önünde tutan.
Ense yapmak: Hiçbir şekilde bir iş yapmamak.
Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı kimse.
Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp eziyet etmek, tedirgin olmasına yol açmak.
Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp eziyet etmek, tedirgin olmasına yol açmak.
Ensesine binmek: Bir şeyi birine yaptırmak için sürekli olarak birini baskı altında tutmak.
Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak.
Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilmediği için kötü kötü düşünmek.
Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak.
Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilmediği için kötü kötü düşünmek.
Entrika
çevirmek: Hile yaparak amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek.
Er geç: Her
şart altında yapılacak, anlamında.
Erzurum'un
soğuğu gelin beni Gerede'de bulun: Gerede de Erzurum gibi
soğuktur.
Es geçmek: Bir kişiyi dikkate almamak.
Es geçmek: Bir kişiyi dikkate almamak.
Esamisi
okunmamak: Artık
adı geçmemek, adı okunmamak.
Esip
savurmak: Öfke ile atıp tutmak.
Eski
çamlar bardak oldu: Eski tutum ve alışkanlıkların bu devirde artık bir
hükmü yok, anlamında.
Eski
defterleri karıştırmak: Eski şeyleri bir nedenden bir şekilde yeniden
gündeme getirmek.
Eski
hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, her şey eskisi gibi.
Eski
kafalı: Yeniliğe kapalı, yaşayış ve düşünce itibariyle
eskiye bağlı olan.
Eski köye
yeni adet: Her şeyiyle eskiyi yaşayan bir köye yeni adet
getirmek.
Eski
kurt: Oldukça tecrübeli, mesleğinde itibar sahibi, her şekil hile ve düzenbazlıkları anlayan
kişiler.
Eski
püskü: Çok fazla eskimiş olan.
Eski
toprak: Yaşlılığına rağmen gücünü, direncini, dinçliğini
kaybetmemiş olan.
Estek
köstek: Bazı bahaneler öne süren, sürekli bir bahane bulan.
Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Kızdığı kişiye gücü yetmediği için onun emrinde olanlara zarar vermeye çalışmak.
Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşin güvenliğini sağlayacak önlemler almak.
Eşek kadar: Oldukça iri, aşırı derecede gelişmiş olan.
Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme ve ilerlemenin olmaması, bir şeyin olduğu gibi devam etmesi.
Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Kızdığı kişiye gücü yetmediği için onun emrinde olanlara zarar vermeye çalışmak.
Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşin güvenliğini sağlayacak önlemler almak.
Eşek kadar: Oldukça iri, aşırı derecede gelişmiş olan.
Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme ve ilerlemenin olmaması, bir şeyin olduğu gibi devam etmesi.
Eşek
sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı dövmek.
Eşek
şakası: Ağır
el şakası.
Eşiğine yüz sürmek: Hatırı sayılır kişilerin önünde eğilmek, onlara yalvarmak.
Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak amacıyla bir yere ha bire gidip gelmek.
Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak amacıyla bir yere ha bire gidip gelmek.
Eşref
saati gelmek: Uygun
zamanı gelmek.
Et can tutmamak: Hareketli olduğu için kilo almamak.
Et tırnak olmak: Birbirinden kopmamak, oldukça sıkı bir ilişkiye girmek.
Eteğine yapışmak: Sözü geçer birinden yardım ve himaye istemek.
Etek öpmek: Yaltaklanmak.
Etek silkmek: Birinden tiksinerek ondan uzaklaşan kişi.
Etekleri tutuşmak: Büyük bir telaşa ve kaygıya düşmek.
Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.
Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı (dostlar için).
Et tırnak olmak: Birbirinden kopmamak, oldukça sıkı bir ilişkiye girmek.
Eteğine yapışmak: Sözü geçer birinden yardım ve himaye istemek.
Etek öpmek: Yaltaklanmak.
Etek silkmek: Birinden tiksinerek ondan uzaklaşan kişi.
Etekleri tutuşmak: Büyük bir telaşa ve kaygıya düşmek.
Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.
Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı (dostlar için).
Etli butlu: Çok fazla şişman kimse.
Etliye
sütlüye karışmamak: Kendisini
ilgilendirmeyen işlere karışmamak.
Etrafında
dört dönmek: Bir isteği elde etmek için birinin yanından
ayrılmamak, ona çok fazla ilgi göstermek.
Evin
direği: Evin
geçimini sağlayan kimse, baba.
Eyere de gelir semere de: Her işe yarar, her şeye fayda sağlar.
Eyere de gelir semere de: Her işe yarar, her şeye fayda sağlar.
Eyvallah
demek: Hoş
görerek kabul etmek.
Eyvallah
etmemek: Birinin
yükümlülüğü altına girmemek.
Ezbere iş
görmek: Gelişigüzel programsız iş yapmak.
Ezilip
büzülmek: Zor bir duruma düştüğünü davranışlarıyla belli
ettirmek.
Ayrıca bakınız
Ayrıca bakınız
E harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme